Pigmentasyon ve Mikroiğneleme

Blog geri dön

Kollajen indüksiyon terapisi olarak da bilinen mikroiğneleme, derinin sterilize edilmiş mikroiğnelerle tekrar tekrar delinmesini içeren bir işlemdir. Bu teknoloji, deride mikron boyutunda kanalların oluşturulmasını sağlar, böylece başka yollarla sağlam deriyi geçemeyecek proteinler de dahil olmak üzere çok çeşitli terapötik moleküllerin dağılımını sağlar. Geleneksel olarak cilt yenileme için kullanılan prosedürler arasında dermabrazyon, kimyasal peeling ve lazerler bulunur. Bu modaliteler etkili olabilse de, uzun süreli iyileşme periyodu ve çeşitli yan etkileri olabilmektedir. Koyu deri tipine sahip hastalarda bu yan etkilerin ortaya çıkma riski daha fazladır. Mikroiğneleme yöntemi birçok dermatolojik hastalıkta minimum yan etki riski ile klinik etkinlik sağlayan, koyu deri tipine sahip hastalarda uygun alternatif bir tedavidir. Melazma, vitiligo ve periorbital hiperpigmentasyon dahil olmak üzere daha koyu deri tiplerini etkileyen pigmentasyon bozukluklarında geleneksel tedaviye alternatif olarak mikroiğnelemeyi öneren çeşitli çalışmalar mevcuttur. Bu makalede pigmentasyon bozukluklarında mikroiğneleme yönteminin kullanımına ve etkinliğine değinilecektir.

Kollajen indüksiyon terapisi olarak da bilinen mikroiğneleme, derinin sterilize edilmiş mikroiğnelerle tekrar tekrar delinmesini içeren bir işlemdir. Mikroiğneleme, uygun maliyetli, iyi tolere edilen, hem kozmetik hem de terapötik faydalar sunan nispeten basit bir prosedür olması nedeniyle son yıllarda giderek daha fazla kullanılmaktadır.

Geleneksel olarak cilt yenileme için kullanılan prosedürler arasında dermabrazyon, kimyasal peeling ve lazerler bulunur. Bu modaliteler etkili olabilse de, uzun süreli iyileşme periyodu ve çeşitli yan etkileri olabilmektedir. Koyu deri tipine sahip hastalarda (Fitzpatrick deri tipi IV-VI) ortaya çıkma riski daha yüksek olan bu komplikasyonlar, postinflamatuar hiperpigmentasyon ve hipopigmentasyon, enfeksiyon, milia veskarı içermektedir. Bu potansiyel yan etkiler, kou deri tipine sahip hastaları tedavi ederken cilt yenileme prosedürlerinin kullanımının azalmasına neden olabilir. Mikroiğnelemenin temeli fiziksel travmaya dayanmaktadır. Deriye iğne girişinin neden olduğu travmanın dermisin yenilenmesini sağladığı öne sürülmüştür. İğneler, stratum korneuma penetre olur ve epidermiste minimum hasara yol açarak mikro kanallar olarak bilinen küçük delikler oluşturur. Böylece sırasıyla dermisin papiller tabakasında kollajen ve elastin üretimini uyaran büyüme faktörlerinin oluşumunu sağlar. Ayrıca kalın stratum korneum boyunca topikal tedavilerin absorpsiyonunda artış sağlanır. Tedaviden sonra, epidermis sağlam kalır ve işlemden 24 saat sonra belirgin olarak epidermal kalınlıkta dermabrazif azalma olmaz. Melanosit sayısı ne artar ne de azalır.

Mikroiğneleme tedavisi, geleneksel cilt yenileme yöntemleriyle ortaya çıkabilecek birçok kutanöz yan etki riskini azaltmaktadır. Ablatif prosedürlerle karşılaştırıldığında, mikroiğne epidermisi kısmen sağlam tutar ve korunan deri bariyeri iyileşmeyi hızlandırır, enfeksiyon ve skar riskini sınırlar. Nonablatif ve fraksiyonel lazerler gibi diğer yöntemler de epidermisin çoğunu korumasına rağmen, daha koyu deri tipine sahip hastalarda, melanositlerin potansiyel termal aktivasyonu nedeniyle dispigmentasyon riski devam edebilmektedir. Diğer lazerler de melanin tarafından emilen dalga boylarını kullanabilir. Aksine, mikroiğneleme derideki spesifik kromoforları hedeflemez veya termal enerji kullanmaz ve bu nedenle pigmentasyon üzerinde minimum etkiye sahiptir. Bu durum, mikroiğnelemenin neden koyu deri tipinde güvenle kullanılabileceğini açıklamaktadır.

Melazma, vitiligo ve periorbital hiperpigmentasyon dahil olmak üzere daha koyu deri tiplerini etkileyen pigmentasyon bozukluklarında geleneksel tedaviye alternatif olarak mikroiğnelemeyi öneren çeşitli çalışmalar mevcuttur. Bu makalede pigmentasyon bozukluklarında mikroiğneleme yönteminin kullanımına ve etkinliğine değinilecektir.

Melazma ve Mikroiğneleme

Melazma, en sık yüzde ortaya çıkan, kazanılmış bir pigment bozukluğudur. Kadınlarda ve daha koyu deri tiplerinde daha sık görülen bu bozukluğun, ağırlıklı olarak ultraviyole maruziyeti ve hormonal etkilerle ilişkili olduğu bilinmektedir. Melazma genellikle klinik olarak tanı konulan, simetrik retiküle hipermelanoz ile karakterize olup, üç farklı yüz paterninden oluşur: sentrofasiyal, malar ve mandibular. Vakaların %50-80’inde ana klinik patern, alın, burun ve üst dudağı etkileyen, filtrum, yanaklar ve çene tutulumunun olmadığı, sentrofasiyal paterndir. Malar patern yanaklarla sınırlıyken, mandibular melazmada ise jawline ve çene tutulumu mevcuttur. İkincisinin yaşlı kişilerde meydana geldiği ve daha çok şiddetli fotohasarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Üç histolojik pigmentasyon paterni tanımlanmıştır: pigmentin bazal veya suprabazal tabakada biriktiği epidermal; yüzeyel ve orta dermiste melanin yüklü makrofajların olduğu dermal; ve hem epidermal hem de dermal patern özellikleri gösteren mikst tip. Hipermelanoz, epidermal (kahverengi), dermal (mavi-gri) veya mikst (kahverengi-gri) olabilir. Wood ışığı incelemesi, Fitzpatrick deri tipi V ve VI dışındaki tüm deri fototiplerinde epidermal paterni dermal hiperpigmentasyondan ayırır.

Topikal depigmentasyon ajanları, kimyasal peelingler, dermabrazyon ve lazer terapileri gibi farklı tedavi modaliteleri, farklı çalışmalarda çok tatmin edici olmayan değişken sonuçlar göstermiştir. Mikroiğneleme teknolojisi, minimal invaziv ve ağrısız bir ilaç dağılım yolu sunmaktadır. Bu teknoloji, deride mikron boyutunda kanallar oluşturur, böylece başka yollarla sağlam deriyi geçemeyecek proteinler de dahil olmak üzere çok çeşitli terapötik moleküllerin dağılımını sağlar.

Traneksamik asit oral veya topikal olarak veya lokalize intradermal enjeksiyonlar yoluyla uygulanan, melazma şiddetini azaltan bir ajandır. Traneksamik asit, melanositler ve keratinositlerin etkileşimine müdahale ederek melanin sentezini inhibe ediyor gibi görünmektedir. Ayrıca traneksamik asit, melazmanın neden olduğu dermal değişiklikleri tersine çevirebilir.

Budamakuntla ve ark., melazmalı hastalarda traneksamik asit tedavisinin etkinliğini mezoterapi ve mikroiğneleme yöntemlerini kullanarak karşılaştırmıştır. Yaptıkları prospektif, randomize çalışmada orta-şiddetli melazmalı 60 hastada (Fitzpatrick deri tipi IV-V), traneksamik asit mikroenjeksiyonları ile mikroiğneleme sonrası topikal traneksamik asit uygulamasını karşılaştırmıştır. 3 seanstan sonra, tek başına traneksamik asit ile tedavi edilen hastalarda Melazma Alan Şiddet İndeksi skorunda ortalama %38’lik bir iyileşme gözlenirken, traneksamik asit ve mikroiğneleme alan hastalarda %44’lük bir iyileşme gözlemişlerdir. Mikroiğneleme grubundaki tedaviye daha iyi terapötik yanıt, ilacın mikroiğneleme ile oluşturulan mikrokanallar yoluyla daha derin ve uniform verilmesine bağlanmıştır.

Çin’de orta yaş melazma tanılı 30 kadın hastanın dahil edildiği bir çalışmada mikroiğneleme ve topikal traneksamik asit kombinasyonunun etkinliği değerlendirilmiştir. Hastaların sol veya sağ yüz yarısı rastgele seçilmiş, 12 hafta boyunca haftada bir mikroiğneleme uygulamasının ardından % 0.5’lik topikal traneksamik asit solüsyonu uygulanmıştır. Diğer yüz yarısı kontrol olarak, bir sahte cihaz ve % 0,5’lik traneksamik asit solüsyonu ile tedavi edilmiştir. Başlangıçta ve tedavinin 4, 8 ve 12. Haftalarında klinik değerlendirmeler ve parametreler kaydedilmiştir. Toplamda 28 kadın (% 93,3) hastanın tamamladığı çalışmada, 12 haftadan sonra Melanin indeksi her iki grupta da anlamlı olarak azalırken, 12. Haftada kombine tedavi uygulanan tarafta anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Transepidermal su kaybı, pürüzlülük, deri hidrasyonu, deri elastikiyeti ve eritem indeksinde, başlangıç ve tedaviden 4, 8 ve 12 hafta sonra sol ve sağ yüz yarısı arasında anlamlı farklılık görülmediği belirtilmiştir. Klinisyenlerin fotoğraf ile değerlendirmelerinde mikroiğneleme ile kombine traneksanemik asit uygulanan grupta 25 hastada >%25 iyileşme gözlenirken, sadece traneksamik asit uygulanan tarafta 10 hastada >%25 iyileşme izlenmiştir. Hasta memnuniyet skorlarının her iki tarafta da anlamlı olarak arttığı raporlanmıştır. Katılımcılar kombine tedavi uygulanan tarafın sonuçlarından kontrol tarafına göre daha memnun kaldığını belirtmiş, çalışma boyunca hiçbir belirgin yan etki gözlenmediği bildirilmiştir. Mikroiğneleme ve topikal traneksamik asit solüsyonu ile kombine tedavinin, melazma için umut verici bir tedavi olduğu belirtilmiştir.

30 kadın melazma hastası üzerinde yapılan, karşılaştırmalı başka bir çalışmada, yüzün sol tarafına traneksamik asit ile mikroiğneleme, sağ tarafına ise C vitamini ile mikroiğneleme yapılmıştır. İyileşme, her ziyarette (0, 4 ve 8. hafta) klinik fotoğraflar, Melazma Alan ve Şiddet İndeksi (MASI), PGA (Hekim global değerlendirme skoru) ve PtGA (Hasta global değerlendirme skoru) skorları ile değerlendirilmiştir. 8. haftanın sonunda, MASI, PGA ve PtGA hem traneksamik asit hem de C vitamini uygulanan tarafta iyileşme göstermiştir. Bununla birlikte, iyileşme, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, C vitamini ile karşılaştırıldığında traneksamik asit uygulanan tarafta daha fazla bulunmuştur.

Mikroiğnelemenin melazma tedavisinde topikal C vitamini ile etkisinin değerlendirildiği bir çalışmada topikal C vitamini ile mikroiğneleme, özellikle Fitzpatrick deri tipleri I-III’te epidermal melazma için etkili ve güvenli bir tedavi seçeneği olarak öne sürülmüştür.

İnatçı dermal veya mikst tip melazmalı 16 hastanın dahil edildiği bir çalışmada, 4 hafta aralıklarla 4 seans olmak üzere hastaların yüzünün bir tarafı QS-Nd: YAG artı mikroiğneleme ile kombine C vitamini ile tedavi edilmiş, diğer tarafı tek başına QS-Nd: YAG ile tedavi edilmiştir. MASI skorları ve klinisyenin klinik yanıt değerlendirmesi aylık olarak yapılmış, kombine tedavi alan grup, klinisyenin değerlendirmesine göre, diğer gruba göre anlamlı olarak daha düşük ortalama MASI skoruna ve daha iyi tedavi yanıtına sahip bulunmuştur. Her iki grupta da yan etkiler ve nüks oranları benzer bulunmuştur (sırasıyla %31,3 ve %43,8). Yazarlar, QS-Nd: YAG’ın dermiste kan dolaşımını artırarak, mikroiğnelemenin C vitamininin dağılımını desteklemek için mekanik etkisini arttırdığını öne sürmüşlerdir. QS-Nd: YAG uygulamasından hemen sonra uygulanan mikroiğneleme ile birlikte C vitamininin, inatçı melazmanın tedavisi için umut verici bir yöntem olduğu belirtilmiştir.

Mikroiğneleme kombinasyon tedavisi, günlük güneş koruyucu kullanımıyla uygulandığında melazmada olumlu sonuçlara sahiptir. 22 inatçı melazma hastasının (topikal depigmente edici ajanlara ve güneş koruyuculara yanıt vermeyen) dahil edildiği retrospektif bir çalışmada, mikroiğneleme uygulamasının ardından gece depigmentasyon formülü (% 0.05 tretinoin +% 4 hidrokinon + % 1 fluosinonid asetonid) uygulanmış ve ilk mikroiğnelemeden 24 saat sonra günlük renkli güneş kremi (SPF 60) verilmiştir. Prosedür, ilk tedaviden 30 gün sonra tekrarlanmıştır. 22 hastanın tamamı 2 aylık takipteki sonuçlardan memnuniyet bildirmiştir. 11 hastada 24. ay takipte yapılan fotoğrafik analiz, 2. ayda izlenen deri rengindeki açılmanın devam ettiğini göstermiştir.

Cassiano ve ark. mikroiğnelemenin neden olduğu erken histolojik değişiklikleri ve klinik iyileşmeyi değerlendirmek amacıyla yaptıkları çalışmada, melazmalı hastalara yapılan tek seans tedaviden 7 gün sonra melanin yoğunluğu, melanositler ve bazal membran hasarında histolojik alan başına anlamlı bir azalma tespit etmişlerdir. Ek olarak, mikroiğnelemenin hafif epidermal hiperplaziyi, ekstrasellüler maddelerin (glikozaminoglikanlar ve fibrin) subepidermal birikimini, fibroblast proliferasyonunu ve Ki67 ile işaretlenmiş keratinositlerde artışı uyardığı raporlanmıştır. Yazarlar bu pilot çalışmada, mikroiğnelemenin, epidermis ve üst dermiste erken değişiklikleri uyardığını ve böylece melazmadaki bazı yapısal paternleri tersine çevirdiğini ve klinik düzelmeyi sağladığını belirtmişlerdir.

Fabbrocini ve ark., melazmalı 20 hastada (Fitzpatrick deri tipi III-V), rucinol ve sophora-alfa içeren depigmentasyon serumunun, mikroiğneli ve mikroiğnesiz dağılımını incelemişlerdir. Tek başına depigmente edici serum ile tedavi edilen grupta, başlangıç MASI skoru 2 ay sonra 7.1 puan düzelme gösterirken, kombine tedavi yapılan grupta ise 10.1 puanlık bir azalma raporlamışlardır. Mikroiğneleme ve topikal depigmente edici serum kombinasyon tedavisinin, melazmayı iyileştirmede tek başına topikal depigmente edici serumdan daha etkili olduğu sonucu öne sürülmüştür.

Mikroiğneleme yönteminin kullanımı, fraksiyonel radyofrekans mikroiğnelemenin (FRFM) ortaya çıkmasıyla daha da genişlemiştir. FRFM, bir dizi mikroiğneyi kullanarak bipolar radyofrekansı doğrudan dermise iletir. FRFM’de, yalıtılmış iğneler deriye nüfuz eder ve epidermise zarar vermeden, iğne uçlarından dermal yapısal bileşenlerde ve aksesuar bezlerde terapötik değişiklikler üreten radyofrekans akımlarını serbest bırakır. Derinin rejuvenasyonu ve skarları iyileştirme gibi iyi bilinen kullanım alanlarına ek olarak, aynı zamanda damar sistemi ve bazal membran seçici modülasyonu yoluyla dermal ortamı geliştirdiği de bilinmektedir. Bu değişikliklerin melazmanın şiddetlenmesi için gerekli dermal patojenik faktörlerin etkisini azaltabileceği düşünülmektedir.

Melazma hastalarında yapılan retrospektif bir çalışmada, 56 hasta, bir hafta arayla 10 seans arka arkaya QSNd:YAG and FRFM ile tedavi edilmiş, 58 hasta ise sadece QS-Nd: YAG tedavisi almıştır. Tedavinin etkinliği, modifiye edilmiş Melazma Alan ve Şiddet İndeksi (mMASI) ve klinisyenin değerlendirmesine (PGA) dayalı olarak başlangıçta ve son tedaviden 3 ay sonra değerlendirmiştir. Kombinasyon tedavisi alan grupta, yalnızca QS-Nd: YAG alan gruba kıyasla daha iyi tedavi yanıtı gösterilmiştir. Tedaviye bağlı yan etkiler açısından iki grup arasında anlamlı bir fark görülmezken, benekli hipopigmentasyon ve ribaund hiperpigmentasyon prevalansı sadece QS-Nd: YAG ile tedavi edilen grupta daha yüksek bulunmuştur. Asyalı melazma hastalarında düşük akıcı QS-Nd: YAG ve FRFM‘nin yeni ikili modunun, melazma için güvenli ve etkili bir tedavi yöntemi olduğu öne sürülmüştür.

Postinflamatuar Hiperpigmentasyon ve Mikroiğneleme

Akne skarları, akne için en önemli komplikasyondur. Koyu tenli hastalarda sorun, hem postinflamatuar hem de pigmentli skarlar sonucunda ek hiperpigmentasyonla daha da artabilir. Akne sonrası pigmentasyon ve pigmentli skarlar aknenin hastalar üzerindeki olumsuz etkisini artırabilir. Yayınlanan bir makalede, akne sonrası hiperpigmentasyon, daha koyu deri tipine sahip akne hastalarının yarısından fazlasında görülmüştür. Bu tür hiperpigmentasyonun patogenezi karmaşıktır ve deri rengi, lezyon travması dahil olmak üzere hasta faktörleriyle de ilişkili görünmektedir ve özellikle inflamasyonun şiddeti ile ilişkili olabilir.

Akne skarı tedavisi, lazerler, dermabrazyon, subsizyon, kimyasal peeling ve mikroiğneleme gibi çeşitli yöntemlerle yapılabilir. Tedavi yöntemi, skar türleri, hastanın deri rengi, dermatoloğun deneyimi ve hasta istekleri gibi çeşitli faktörler dikkate alınarak kişiselleştirilmelidir. Mikroiğnelemenin komplikasyonları diğer prosedürlere göre daha az görünmektedir ve bu durum özellikle pigment komplikasyonlarının her zaman önemli olduğu koyu deri rengi olan hastalar için önemli bir husustur.

Al Qarqaz ve ark., deri tipi III, IV ve V olan 39 hastada yaptıkları çalışmada, hem akne skarları hem de pigmentasyonu akne sonrası hiperpigmentasyon indeksi (Post acne hyperpigmentation index, PAHPI) ve Goodman-Baron ölçeklerini kullanarak değerlendirmişlerdir. Mikroiğneleme tedavisi yapılmış ve ardından hastalar, hem skar hem de pigmentasyon için aynı puanlama yöntemleri kullanılarak ilk değerlendirme için 2 hafta sonra ve ardından ilk değerlendirme tarihinden en az 4 hafta sonra tekrar muayene edilmiştir. Hem PAHPI hem de Goodman-Baron ölçekleri, mikroiğneleme tedavisini takiben başlangıca göre istatistiksel olarak anlamlı iyileşme göstermiştir.

Periorbital Hiperpigmentasyon ve Mikroiğneleme

Koyu halkalar, bilateral, yuvarlak, homojen pigmentli maküller olarak tanımlanır. Başlangıç yaşı genellikle ergenlikten sonra veya erken yetişkinlik dönemindedir. Bazı etnik gruplarda daha belirgindir ve aynı ailenin birden fazla üyesinde de sıklıkla görülür. Multifaktoriyel etyolojiye sahip olduğu düşünülmektedir. Koyu halkaların olası etiyolojik faktörleri arasında genetik yatkınlık, dermal melanositoz, atopik veya alerjik kontakt dermatite sekonder postinflamatuar hiperpigmentasyon, anemi, stres, damar sisteminin yüzeyel yerleşimi ve deri gevşekliğine bağlı gölgelenme sayılabilir.

Koyu halkalar, çok sayıda kişi için kozmetik bir sorundur ve hastaya üzgün veya yorgun bir yüz ifadesi vererek hastanın yaşam kalitesini bozabilir. Koyu halkalar için birçok farklı tedavi seçeneği mevcuttur. Depigmente edici kremler, topikal retinoik asit, kimyasal peelingler, lazerler, otolog yağ nakli, enjekte edilebilir dolgular ve cerrahi (blefaroplasti) kullanılan mevcut tedavilerden bazılarıdır.

Mikroiğneleme yöntemi periorbital melanozis tedavisinde başarıyla kullanılmıştır. Kontochristopoulos ve ark. periorbital hiperpigmentasyonu olan 13 kadın hastada mikroiğneleme tedavisi ve ardından %10 triklorasetik asit peeling 5 dakika süre ile uygulamışlardır. Hafif ağrı, ödem ve eritem gibi geçici yan etkiler sık olarak izlenmiştir. Hastaların %92.3’ü PGA ve PtGA skorlarına göre anlamlı iyileşme göstermiştir. Hastalar 4 ay boyunca ayda bir olmak üzere takip edilmiş ve nüks izlenmemiştir. Mikroiğneleme ve %10 triklorasetik asit koyu halka tedavisinde minor yan etkileri olan, umut vaadeden kombinasyon tedavisi olarak belirtilmiştir.

Bildirilen bir olgu sunumunda, Fitzpatrick deri tipi V olan şiddetli idiopatik periorbital melanozisi olan 48 yaşında erkek hastada, mikroiğneleme yöntemi ile birlikte “antiaging ve lightening” komponentleri içeren bir serum infüzyonu (DermaFrac cihazı) uygulanmıştır. PGA skoru ile değerlendirmede sırasıyla 4 ve 12 seans uygulama sonrasında %50’den %75’e ve %75’den %90’a ulaşan iyileşme gözlenmiştir. Herhangi bir yan etki raporlanmamıştır. Yazarlar

etki mekanizmasının, iyileşmiş deri hidrasyonu ve kollajen ve elastin sentezinin indüksiyonuna bağlı olarak dermal pigmentin görünürlüğünün azalması olabileceğini belirtmişlerdir.

Feniletil-resorsinol (FR) yeni tip tirozinaz inhibitörüdür. Tirozinaz aktivitesini inhibe eder ve hücre kültürü çalışmalarında antioksidan özelliği gösterilmiştir. Bununla birlikte, etki mekanizması hala belirsizdir. Gold ve ark., FR ve diğer aktif maddelerden oluşan su içinde yağ emülsiyon kremi üzerinde çalışmış ve hidrokinon ürünlerine alternatif olabilecek bir ürün oluşturmuşlardır.

Yapılan başka bir çalışmada, infraorbital koyu halkaların tedavisinde nano-mikroiğne ile birlikte FR kullanılmıştır. 20 kadın hasta randomize iki gruba ayrılmış, deney grubunda Grup E) katılımcılar sol orbita altına günde bir kez topikal FR jel, sağ orbita altına ise haftada iki kez topikal FR jel ile kombine nano-mikroiğneleme tedavisi almıştır. Kontrol grubunda (Grup C) ise katılımcılar FR jel olmaksızın tedavi edilmiştir. Melanin indeksi (MI) ve eritem indeksi (EI) seanstan önce, tedavi sırasında 4. ve 8. haftada ve son seanstan 1 ay ve 2 ay sonra ölçülmüş, deney grubunda ortalama MI değeri 8. haftada başlangıca göre anlamlı düşük bulunmuş ve sağ taraf sol tarafa göre anlamlı olarak daha azalmıştır. Ancak Grup C’de tedavi öncesi ve sonrasında MI açısından anlamlı farklılık izlenmemiştir. İki taraf arasında EI açısından anlamlı farklılık olmadığı belirtilmiştir. Sonuç olarak yazarlar nanomikroiğne ile kombine FR jelin infraorbital koyu halkalarda etkili ve güvenli bir yöntem olduğunu bildirmişlerdir.

Vitiligo ve Mikroiğneleme

Vitiligo, süt beyazı makül veya yamalar ile karakterize edinilmiş bir pigmentasyon bozukluğudur. Özellikle koyu deri tipine sahip bireylerde yıkıcı psikososyal etkiye sahiptir.

Vitiligonun birkaç hipotezi vardır; ancak otoimmün ve sitotoksik disfonksiyonlar en olası olanlardır. Vitiligo, poligenik ve multifaktöriyel bir bozukluktur. Güneş yanığı, stres, kimyasal maruziyet ve mekanik travma melanositlerin destrüksiyonuna neden olan hızlandırıcı faktörlerdir.

Bugüne kadar vitiligonun tedavisi terapötik zorluğu temsil etmektedir ve mevcut tedavi yöntemlerinin çoğu sıklıkla birçok yan etkiyle ilişkilendirilmiştir ve hiçbiri tatmin edici sonuç vermemektedir.

Mikroiğneleme, ilaç dağılımı rolünün yanı sıra, otoinokülasyona yardımcı olur ve melanositlerin perilezyonel alanlardan vitiliginöz yamalara mekanik göçünü indükler ve repigmentasyona katkı sağlar. Bu da bölgeyi melanositlerle yeniler ve melanosit kaynağı olarak hizmet eder. Epidermisten papiller dermise doğru iğne ucu kanamalara yol açan küçük yaralar oluşturur ve bu mikro yaralanmalar, trombosit kaynaklı büyüme faktörü ve güçlü bir melanosit büyüme faktörü olan fibroblast büyüme faktörü gibi çeşitli büyüme faktörlerinin salınmasına yol açar.

Mikroiğneleme takrolimusa adjuvan olarak uygulanabilen basit bir tekniktir. Mikroiğneleme sonrası takrolimus uygulamasının vitiliginöz bölgelere taşınmasını, emilimini ve infiltrasyonunu kolaylaştırdığı öne sürülmüştür. Ayrıca bu yöntemin sinerjik etkileri daha iyi bir sonuç sağlayabilir, tedavi sürecini kısaltabilir ve repigmentasyonu hızlandırabilir. Mikroiğneleme, stratum korneumdan ilaç transferini artırır ve bu da takrolimusun etkisini artırabilir.

Ebrahim ve ark., vitiligo tedavisinde takrolimus %0.1 merhem ile kombine mikroiğneleme tedavisinin etkinliğini araştırmıştır. 48 hasta randomize olarak iki gruba bölünmüş, birinci gruba günde bir kez 6 ay boyunca takrolimus verilmiş, ikinci gruba ise topikal takrolimus ile birlikte 2 hafta aralarla en fazla 6 ay olmak üzere mikroiğneleme tedavisi verilmiştir. Değerlendirmede klinik iyileşme ve immunohistokimyasal değişiklikler incelenmiştir. Başlangıçta ve tedaviden sonra c-kit ekspresyonu için deri biyopsileri alınmıştır. Tedavi sonrası >%75 üzeri repigmentasyon, grup 2 deki hastaların %50’sinde, grup 1’dekilerin ise %29’unda gözlenmiştir. Grup 2’de grup’1 e göre daha erken yanıt izlenmiştir. Grup 2’de bacaklarda ve ekstremitelerde iyileşme grup 1’e göre anlamlı olarak daha fazla olmuştur.

İmmunohistokimyasal sonuçlara bakıldığında grup 2’de grup 1’e göre anlamlı olarak daha fazla c-kit ekspresyonu izlendiği raporlanmıştır. Yazarlar vitiligoda mikroiğneleme ile topikal takrolimus kombinasyonunun tek başına takrolimusa göre daha üstün olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışmada tedaviye dirençli lokalize stabil vitiligoda mikroiğnelemenin önemi vurgulanmıştır. Mikroiğneleme ve takrolimus kombinasyonunun farklı alanlarda güvenli ve etkili olduğu raporlanmıştır.

Mina ve ark., vitiligoda takrolimus pomad ile kombine dermapen tedavisinin etkinliğini 5-florourasil ile kombine dermapen etkinliği ile karşılaştırmış; sonuçta takrolimusla tedavi edilen alanların %16’sında, 5-florourasil ile tedavi edilen alanların %48’inde mükemmel iyileşme olduğu belirtilmiştir. 5-florourasilin akral vitiligoda daha etkili olmakla birlikte, 5-florourasil veya takrolimus ile dermapen kombinasyon tedavisinin vitiligo için etkili ve güvenli olduğu sonucuna varmışlardır.

Mekanik veya kimyasal farklı travma türlerinin, bazal hücre tabakasına zarar verip, dermiste melanofajların toplanmasına neden olarak hiperpigmentasyona yol açabileceği bildirilmiştir. Ayrıca, büyüme faktörlerinin ve matriks metalloproteinazın artışıyla sonuçlanan inflamatuar yanıtı uyarabilir. Fraksiyonel lazerler, mikroiğneleme veya TCA gibi kimyasallar da dahil olmak üzere farklı terapötik travma türleri, sitokin üretimini uyaran yeni bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmektedir. El Mofty ve aradaşları, TCA, dermapen ve fraksiyonel CO2 lazer tedavilerinin etkilerini araştırmış ve sonucunda bu travmatik yöntemlerin vitiligo tedavisinde etkili olduğunu öne sürmüşlerdir.

Fraksiyonel erbiyum lazer ile deri ablasyonunun diğer geleneksel topikal tedavilerin etkinliğini artırabileceği öne sürülmüştür. Vitiligo, kronik ve tekrarlayan bir hastalıktır; bu nedenle tedavi protokolünün kısaltılması, hastaların uyumunu ve memnuniyetini artırmaktadır. Geleneksel ve yeni tedaviler, hastaların yaşam kalitesinde ek bir iyileşme sağlamak için kombine tedavi olarak kullanılabilir. Ghiya ve ark., lokalize stabil vitiligosu olan çocuklarda tedavide mikroiğneleme yöntemini kullanmışlardır. Mikroiğneleme tek başına uygulama ve 5-flurourasil ile kombinasyon uygulama birbiriyle karşılaştırılmış ve tek başına mikroiğnelemeye (%26.66) kıyasla, 5-florourasil ile kombine mikroiğnelemenin daha hızlı etki ettiği ve daha (%67.24) etkili olduğu gösterilmiştir.

Mikroiğneleme, vitiligo tedavisinde dar band ultraviyole B’ye adjuvan tedavi olarak kullanılmıştır. Sonuçlar, repigmentasyonun yüz ve boyunda (%70), gövde ve ekstremitelere kıyasla (%40-50) daha iyi olduğunu göstermiştir. Akral bölgelerin her iki yönteme de zayıf yanıt verdiği raporlanmıştır.

Stanimirovic ve ark., dirençli bilateral simetrik vitiligolu hastaların tedavisinde, dar band ultraviyole B + topikal % 0.005 latanoprost solüsyonu + Derma roller ile dermaroller olmaksızın dar band ultraviyole B + topikal %0.005 latanoprost solüsyonunu karşılaştırmışlardır. Her gruptaki 17 hastada repigmentasyon (tedavi edilen lezyonların % 37,8’i) mevcut olduğunu ve repigmentasyon lezyonlarının sadece %8,8’inde %50’den fazla repigmentasyon izlendiğini bildirmişlerdir. Bununla birlikte, gruplar arasında repigmentasyon açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir.

Khashaba ve ark., akrofasiyal vitiligoda mikroiğnelemenin etkinliğini tek başına topikal steroid ile veya dar band ultraviyole B ile kombinasyon halinde kullanımını, sadece dar band ultraviyole B tedavisi ile karşılaştırmıştır. Mikroiğneleme, vakaların % 45’inde iyi – mükemmel yanıt verirken, dar band ultraviyole B ile kombinasyon bu oranı %70’e çıkarmıştır. Seanslardan önce topikal anestezik kullanılarak en aza indirilebilen ağrı dışında, yan etki insidansının minimum olduğu belirtilmiştir.

Sonuç

Konvansiyonel cilt yenileme prosedürlerinin kullanımı koyu deri tipine sahip hastalarda dispigmentasyon başta olmak üzere yan etkileri nedeniyle sınırlı olabilmektedir.Mikroiğneleme yöntemi birçok dermatolojik hastalıkta minimum yan etki riski ile klinik etkinlik sağlayan, koyu deri tipine sahip hastalarda uygun alternatif bir tedavidir. Mikroiğneleme tolere edilebilir olması ve epidermisin korunmasına izin veren bir işlem olması sayesinde tatmin edici sonuçlar elde edilene kadar prosedürün tekrarlanmasına olanak sağlamaktadır. Ayrıca radyofrekans mikroiğneleme yönteminin gelişmesi ile önemli bir yan etki riski olmaksızın mikroiğneleme yönteminin endikasyonları genişlemiştir. Mikroiğnelemenin pratik ve güvenli olması sayesinde koyu deri tipine sahip hastalarda çeşitli dermatolojik hastalıkların tedavisinde umut verici bir yöntem haline gelmiştir. Daha geleneksel cilt yenileme yöntemlerine kıyasla özellikle deri tipi Fitzpatrick IV‐VI olan hastalarda daha avantajlı bir güvenlik profiline sahip olduğu öne sürülebilir. Mikroiğneleme bu popülasyon için mevcut tedavi yöntemlerine ek faydalı bir yöntem olsa da, tamamlanmış randomize kontrollü çalışmaların sayısı sınırlıdır ve mikroiğnelemenin özellikle koyu deri tipinde etkinliği ve güvenliği hakkında bilgi sağlamak için daha büyük ve kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.

            Kaynak: Pubmed

Bu gönderiyi paylaş

Blog geri dön
Konuşmayı Başlat
Canlı Destek
Merhaba 👋,
Nasıl Yardımcı Olabiliriz?