Mikroiğneleme, kolay uygulanabilir, güvenli, etkili ve minimal invaziv bir tedavi tekniğidir. Başlangıçta cilt gençleştirme amacı ile kullanılan bir teknik olmasına rağmen günümüzde akne skarları, travma veya yanık sonrası oluşan skarlar, alopesi, hiperhidroz, strialar ve transdermal ilaç taşınması gibi birçok yeni tedavi endikasyonunda kullanılmaktadır. Mikroiğneleme yöntemi farklı tedavilerle kombine edilebilmekte ve bu sayede daha iyi sonuçlara ulaşılmaktadır. Epidermisi hasarlayan bazı tedavilerden farklı olarak, koyu cilt tiplerinde post-inflamatuar hiperpigmentasyon açısından güvenli olması ise önemli avantajlarından biridir. Son yıllarda minimal invaziv tekniklerin kullanımında büyük bir artış meydana gelmiştir. Mikroiğneleme yöntemi iyi klinik yanıtlara ek olarak minimal iyileşme zamanı ile de hastaların isteklerine yüksek oranda cevap veren bir tedavi seçeneğidir.
Mikroiğneleme dermatolojide yeni bir tedavi seçeneği olup, perkutan kollajen indüksiyon tedavisi (PKİ) olarak da bilinmektedir. Mikroiğneleme, minyatür ince iğneler ile yüzeysel ve kontrollü olarak cildin delinmesi ile sağlanan minimal invaziv bir yöntemdir.1 Kolay, ucuz, güvenli ve etkili bir seçenek olması nedeniyle kısa süre içerisinde sık kullanılan bir teknik haline gelmiştir. Yakın zamanda birçok dermatolojik durumun tedavisinde de kullanılmaya başlanmıştır.
İlk olarak 1994 yılında Orentreich, deprese kutanöz skar ve kırışıklıkların tedavisinde fibröz bantların bir iğne yardımıyla serbestleştirilmesini, ‘subsizyon’ tekniği olarak tanımlamıştır. Bundan 3 yıl sonra Camirand ve Doucet cerrahi skarlarda boya içermeyen dövme makinesi ile iğne dermabrozyon yapmış ve işlem sonrasında yaraların klinik görünümünde anlamlı ölçüde iyileşme olduğunu göstermiştir. Mikroiğneleme yöntemi ise ilk olarak 2000 yılında Liebl ve 2006 yılında plastik cerrah Fernandes tarafından yuvarlak dönebilen bir başlık ve üzerinde çok sayıda iğne içeren bir alet olarak tasarlanmıştır. Günümüzde üzerinde çok sayıda ve belli uzunluklarda iğne bulunan tek kullanımlık mekanik cihazlar ve iğnesi her kullanımda değişebilen elektrik ile çalışan kalem şeklinde cihazlar gibi birçok alet mikroiğneleme yöntemi için kullanılabilmektedir.
Mikroiğneler ile epidermise zarar vermeden mikrodelikler açılarak deriye kontrollü bir hasar oluşturulmaktadır. Bu mikro-hasarlar yüzeyel kanama odaklarına neden olmakta ve yara iyileşme kaskadını başlatarak trombosit kökenli büyüme faktörü (PDGF), transforme edici büyüme faktörü alfa ve beta (TGF-α ve TGF-β), konnektif doku aktive edici protein, konnektif doku büyüme faktörü ve fibroblast büyüme faktörü (FGF) gibi çeşitli büyüme faktörlerinin salınmasına neden olmaktadır. Mikroiğneleme ayrıca ilaçların stratum korneumu atlayarak direkt vaskülarize dermise geçmesini sağlamakta ve transdermal ilaç taşınması adı verilen bu yöntem ile birçok ilacın cilt bariyerinden geçişi arttırılmaktadır. Sonuç olarak vücudun fizyolojik iyileşme mekanizmasından yararlanılarak ciltte sıkılaşma, atrofik skarlarda dolma ve daha iyi bir estetik sonuç elde edilmektedir.
Dermatolojide Kullanım Endikasyonları
Mikroiğneleme yönteminin çok sayıda dermatolojik endikasyonda etkinliği, yapılan çalışmalar ile gösterilmiştir. Mikroiğneleme başlangıçta skar ve kırışıklıkların tedavisinde ön plana çıkmışsa da günümüzde strialar, yüz gençleştirme, androjenik alopesi ve alopesi areata,pigmentasyon, transdermal ilaç taşınması gibi birçok alanda etkili bir şekilde kullanılmaktadır.
Akne skarları
Mikroiğnelemenin en sık kullanıldığı endikasyon akne sonrası oluşan skarlardır. Literatürde mikroiğnelemenin akne skarlarında tek başına veya diğer bazı tedavilerle birlikte kullanıldığı çok sayıda çalışma mevcuttur. Çalışmalarda boxcar skar ve rolling skarlarda daha etkili bulunurken, ice pick skarlarda etkinliğinin daha düşük olduğu gösterilmiştir. Çalışmalarda farklı protokoller izlense de 2-4 haftada bir, 3-5 seans tedavinin uygulanması ile %50 ile %70 arasında değişen oranlarda klinik düzelmeler elde edilmiştir.
Son 10 yılda akne skarı tedavisinde mikroiğnelemenin tek başına kullanımı ile ilgili çok sayıda çalışma yayınlanmıştır ve bu çalışmaların tamamında başlangıca göre skar şiddetinde azalma gösterilmiştir. 2008 yılında yayınlanan bir makalede 32 rolling akne skarı bulunan hasta (20 kadın, 12 erkek) dermaroller ile 4 hafta aralar ile 2 seans tedavi edilmiştir. Sekizinci haftada yapılan değerlendirmede tüm hastalarda klinik düzelme saptanmış ve hastaların hiçbirinde tedavi ilişkili hiperpigmentasyon görülmemiştir. Benzer bir çalışmada 31 atrofik akne skarı olan hastaya, haftada 1 kez 3 ay boyunca dermaroller uygulanmıştır. Hastalar çalışmanın başında, 1. ayda, 2. ayda ve tedavi sonunda Goodman ve Baron skar derecelendirme sistemi ve Lippel-Perez skoru ile değerlendirilmiştir. Tüm hastalarda anlamlı yüksek sonuçlar elde edilmiştir. El-Domyati ve arkadaşları yaptıkları çalışmalarında ise akne
skarı olan hastalarda PKİ tedavisinin etkinliğini ve tedaviye bağlı görülen histopatolojik değişiklikleri değerlendirmişlerdir. Tedavi sonrasında örneklerde, kollajen tip I, III ve VII düzeyinde artış ve yeni sentezlenmiş kollajen saptanmıştır. İki farklı randomize çalışmada ise mikroiğneleme yönteminin etkinliği lazer tedavisi ile karşılaştırılmış ancak farklı sonuçlar elde edilmiştir. Ablatif olmayan fraksiyonel Erbium lazer ile mikroiğneleme arasında etkinlik açısından anlamlı fark bulunamamış, ablatif fraksiyonel erbium-doped yttrium aluminum garnet (Er:YAG) lazer ile karşılaştırıldığında ise lazer ile daha iyi sonuçlar elde edildiği görülmüştür.
Akne skarı tedavisinde çok sayıda tedavi seçeneği mevcuttur. Bu tedavilerin bazılarını kombine ederek kullanmak hem tedavi etkinliğini arttırmakta hem de tedavi süresini kısaltabilmektedir. Mikroiğneleme ile topikal tedavilerin kombine edilmesi, atrofik akne skarlarında daha iyi tedavi yanıtı elde edilmesine ve iyileşme süresinin kısalmasına neden olmaktadır. Mikroiğneleme ve kimyasal peeling kombinasyonu akne skarlarında sıkça çalışılmıştır. Hindistan’dan yapılan bir çalışmada mikroiğneleme tek başına ve %70 glikolik asit kombinasyonuyla karşılaştırılmış, kombinasyon uygulanan grupta daha iyi sonuçlar elde edilmiştir. Bir başka karşılaştırmalı randomize çalışmada Dermaroller tedavisi ile Jessner solüsyonu karşılaştırılmıştır. Kombinasyon tedavisi (dermaroller + Jessner solüsyonu) alan grubun akne skar skorları sadece Dermaroller veya sadece Jessner solüsyonu ile tedavi edilen gruplara göre anlamlı olarak iyi çıkmıştır. Akne skarı olan 20 hastanın dahil edildiği bir çalışmada ise bir gruba mikroiğneleme uygulanmış ve yüzün yarısına silikon jel sürülmüş, diğer gruba ise tüm yüze silikon jel uygulanmış ve yüzün yarısına mikroiğneleme yapılmıştır. İki grupta da kombine tedavi yapılan yüz yarımında daha iyi sonuçlar elde edilmiştir. PRP (trombositten zengin plazma) ve mikroiğneleme kombinasyonu da son 10 yılda çok çalışılan bir konu olmuştur. 2017 yılında yapılan ve 37 hastanın dahil edildiği çalışmada, yüzün yarısına yalnızca dermaroller, yarsına ise dermaroller ile PRP uygulanmıştır. Yüzün iki yarısında da skar skorlarında anlamlı düzelmeler saptanmıştır. İtalya’dan yapılan bir çalışmada ise PRP ve mikroiğneleme kombinayonunun 8 hafta ara ile 4 seans uygulandığında tek başına mikroiğnelemeye göre daha başarılı olduğu gösterilmiştir. Bir başka çalışmada ise mikroiğneleme ve %15 triklorasetik asit peeling uygulaması, PRP ve mikroiğneleme kombinasyonu ve tek başına mikroiğneleme uygulamasına göre daha etkili bulunmuştur.
Diğer skarlar
Yüz ya da vücudun diğer bölgelerinde skarların varlığı kişilerde hem fiziksel hem de psikososyal etkilere neden olabilmektedir. Günümüzde skarların tedavisinde başarılı olarak birçok cerrahi ve enerji aracılı tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemlerin bazılarında maliyet ve skar oluşması riski kullanımı kısıtlayabilmektedir. Pigmente cilt tiplerinde istenmeyen dispigmentasyon tedavi seçeneklerini sınırlandırabilmektedir. Mikroiğneleme yöntemi ise maliyet ve yan etkiler açısından skar tedavisinde tercih edilen bir yöntem haline gelmiştir. Akne skarları dışında, cerrahi skarlar, yanık skarları, travmatik skarlar, atrofik skarlar, hipertrofik skarlar ve striaların tedavisinde kullanılmaktadır.
Cerrahi skarları ilk olarak Camirad tarafından dövme iğnesi ile tedavi edilmiş ve sonrasında mikroiğneleme birçok skar tipinde kullanılmaya başlanmıştır. Mikroiğneleme
varisella skarlarında da etkili bulunmuştur. Dörtyüzseksen hastanın dahil edildiği bir çalışmada, 1.grupta ince kırışıklık, 2. grupta akne ve yanık skarı, 3. grupta ise gevşek deri/striası olan hastalar alınmış ve mikroiğneleme tedavisi uygulanmıştır. İşlem sonrası 6. Ayda 20 hastanın lezyonu histopatolojik olarak değerlendirildğinde kollajenin skar dokusunda görülen paralel demet dizilimi yerine normal dokuda görülen dantal paterninde dizildiği görülmüştür. Çalışmada ayrıca yanık skarlarında %80 iyileşme sağlandığı gösterilmiştir. Başka bir çalışmada farklı etiyolojilerdeki (akne, varisella, travmatik, herpes enfeksiyonu sonrası) atrofik skarı olan hastalara 3 ile 4 seans mikroiğneleme yapılmış ve belirgin düzelme sağlanmıştır. Üç farklı çalışmada ise striae distensae bulunan hastalarda belirgin iyileşme gösterilmiştir. Yirmi iki hastalık vaka serisinde 1 seans uygulama sonrasında hastalar belirgin cilt yapısında düzelme ve sıkılaşma bildirmiş ve 6 aylık takiplerde hiçbir hastada dispigmentasyon gelişmemiştir.
Hipertrofik skarlarda kullanımı ile ilgili yayınlar da bulunmakta olup, yanık sonrası gelişen hipertrofik skarları mevcut olan 16 hastada, 4 seans mikroiğneleme ile hasta ve gözlemci derecelendirme ölçeği (Patient and Observer Scale Assessment Scales (POSAS)) ve Vancouver Skar skorunda (Vancouver Scar Scale (VSS)) anlamlı düzelmeler elde edilmiştir.
Sonuç olarak mikroiğneleme yöntemi cerrahi, travmatik, hipertrofik skarlarda veya strialarda ucuz ve basit bir tedavi seçeneğidir. Tedavi sonrası iyileşmenin hızlı olması ve yan etkilerinin az olması bir diğer avantajıdır.
Melanosis, Melasma ve Vitiligo
Mikroiğneleme yöntemi melasma ve melanosis tedavisinde topikal ajanlarla ve peelingler ile kombine edilerek kullanılabilmektedir.
Randomize kontrollü bir çalışmada, Fitzpatrick deri tipi 4-5 olan ve orta- şiddetli melasması olan 60 hastada traneksamik asit mikro-enjeksiyonları ile mikroiğneleme sonrası traneksamik asit topikal uygulanması karşılaştırılmıştır. Üç seans tedavi sonrasında traneksamik asit mikroenjeksiyonu yapılan grupta Melasma Alan Şiddet Skorunda (MASİ) %38 azalma saptanırken, mikroiğneleme grubunda MASİ’de %44 azalma görülmüştür. Bir başka çalışmada ise oral traneksamik asit ile mikroiğneleme 64 hasta 4 gruba bölünerek karşılaştırılmış ve mikroiğneleme yapılan gruplarda etkinin daha erken başladığı ve remisyonun daha uzun süreli olduğu gösterilmiştir. Periorbital idiopatik melanosisi olan bir hastada ise PKİ ile birlikte yaşlanma karşıtı ve renk açıcı bazı maddelerin infüzyonunu sağlayan Derma-Frac (Genesis Biosystems, Lewisville,TX) cihazı ile tedavi edilmiş ve 12 seansın sonunda değerlendirmede %90 düzelme sağlanmıştır.
Vitiligo da ise mikroiğnelemenin etkinliği tam olarak bilinmemektedir. Stanimirovic ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, bilateral simetrik tedaviye dirençli vitiligosu olan hastalarda dar bant ultraviole B ve latanaprost %0,005 solüsyon tedavisinin tek başına veya mikro iğneleme ile kombine edildiğinde ortaya çıkan repigmentasyon oranlarını karşılaştırmışlardır. Her gruptan 17 hastada repigmentasyon görülmüş ancak repigmentasyon açısından gruplar arasında farklılık saptanmamıştır.
Kırışıklıklar ve Cilt Gençleştirme
Mikroiğneleme yönteminin cilt gençleştirme ve yüz-boyun kırışıklıklarının tedavisinde etkili bir tedavi seçeneği olduğu yapılan çalışmalar ile gösterilmiştir. Dermal kollajen miktarı tedavi ile kümülatif olarak artmaktadır. Mikroiğneleme sonrasında var olan kollajen liflerinin yeniden düzenlenmesi ve yeni dermal komponentlerin üretiminin artması ciltte sıkılaşmaya neden olmaktadır. Bu sayede ince çizgiler ve kırışıklıklar azalarak genç bir görüntü, por hacminde küçülme ve daha yumuşak ve elastik bir cilt sağlanmaktadır.
Fabbrocini ve arkadaşları çalışmalarında 10 hastada perioral kırışıklıkların tedavisinde mikroiğneleme yöntemini kullanmışlardır. İki seans mikroiğneleme tedavisi sonrası 30. haftada hastalar değerlendirildiğinde Kırışıklık Şiddet Derecelendirme Skorunda (Wrinkle Severity Rating Scale (WSRS) 2,3 kat azalma saptanmıştır. Başka bir çalışmada ise 8 hastanın boyun derisine 2 seans mikroiğneleme uygulanmış ve tedavi sonrası 8. ayda hastalar değerlendirilmiştir. Sekiz hastanın 7’sinde WSRS’de azalma saptanmıştır. Ultrason ile değerlendirildiğinde, kırışıklıkların derinliğinde %24 azalma ve cilt kalınlığında
0,45 mm artış görülmüştür.
Alopesi Areata ve Androgenetik Alopesi
Alopesi tedavisinde mikroiğnelemenin kullanılması yeni araştırılmaya başlanan bir tedavi yöntemidir. Androgenetik alopeside kullanımı ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.
PKİ ile, kıl büyümesi ile ilişkili genlerin ekspresyonunda önemli olan kök hücrelerin çoğalması ve büyüme faktörü salınımının artması sağlanarak tedavinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Prospektif randomize bir çalışmada androgenetik alopesi tanısı bulunan 100 erkek hasta, yalnızca minoksidil %5 losyon günde 2 kez veya minoksidil %5 losyon + mikroiğneleme olacak şekilde iki gruba ayrılmıştır. Tedavinin 12. haftasında mikroiğneleme yapılan gruptaki hastaların %80’inde kıl sayısında anlamlı artış görülürken, sadece minoksidil kullanan grupta anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Ancak topikal minoksidil ile tek başına mikroiğneleme ve PRP tedavisi karşılaştırıldığında, sadece minoksidil kullanan grupta daha iyi sonuçlar elde edilmiştir.
Mikroiğneleme ayrıca alopesi areata hastalığının tedavisinde de umut verici bir tedavi seçeneğidir. Alopesi areatası bulunan iki hastada 3 seans mikroğneleme ve sonrasında topikal triamsilon asetonid uygulanmıştır. Üç aylık takipte hastalarda yüksek oranda ve kalıcı kıl çıkışı sağlanmıştır.
Hiperhidroz
Fraksiyonel radyofrekans ile mikroiğneleme (MRF) yönteminin, ter bezlerinde termal hasara neden olarak hiperhidrozda etkili olabileceği düşünülmektedir. Yapılan prospektif bir çalışmada 20 hastaya 2 seans MRF uygulanmıştır. Tedavi sonrası 1 ve 2. ayda değerlendirildiğinde hiperhidroz şiddetinde anlamlı azalma saptanmıştır. Nişasta-iyot testi uygulandığında başlangıca göre %95 azalma; ayrıca son tedavi sonrası 1. ayda alınan biyopsilerde ise ekrin ve apokrin glandların sayı ve boyutunda azalma histopatolojik olarak da gösterilmiştir.
Fotohasar ve Aktinik Keratoz
Mikroiğneleme yöntemi aktinik keratoz ve foto hasarı tedavi etmek için kullanılan fotodinamik tedavinin etkinliğini arttırmak amacı ile kullanılabilmektedir. Yüz foto yaşlanması tedavisi için 21 hastanın dahil edildiği bir çalışmada, aminolevulenik asit (ALA) uygulaması öncesinde mikroiğneleme yapılmış sonrasında 630 nm kırmızı ışık ve geniş bant pulse ışık ile irradiasyon yapılmıştır. Ortalama global foto yaşlanma skoru 3. ayın sonunda 3,57’den 2,24’e; 6. ayın sonunda ise 2,05’e gerilemiştir. Ayrıca ince kırışıklıklar, solukluk ve sertlikte belirgin düzelme saptanmıştır. Mikroiğneleme yönteminin ALA’nın penetrasyon ve absorbsiyonunu arttırarak klinik cevabı iyileştirdiği düşünülmektedir.
Başka bir çalışmada organ transplant hastalarında topikal metil aminolevulinat mikroiğneleme ile kombine edilerek uygulanmıştır. Hastalara 2 haftada 1, 3 seans tedavi uygulanmış ve tüm hastalarda aktinik keratozlarda tam kür sağlanmıştır. Hastaların 4. ay takiplerinde hiç relaps görülmezken, 9. ay takiplerinde hastaların %83’ünde relaps
izlenmemiştir.
İlaç Penetrasyonunun Arttırılması
Cilt bariyerinden ilaçların penetrasyonunu arttırmak amacı ile mikroiğneleme yönteminin kullanımı sık kullanılan bir teknik haline gelmiştir. İn vitro deri modellerinde kalkein gibi büyük moleküllerin penetrasyonunu arttırdığı gösterilmiştir. Mikroiğneleme yöntemi; insülin, büyüme hormonu, heparin ve albümin gibi makromoleküler ilaçların; hepatit B, influenaz aşısı ve tetanus toksini gibi immünobiyolojiklerin; aspirin, minoksidil, tretinoin ve L-askorbik asit gibi protein, peptit ve ilaçların transdermal emilimini arttırmak amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca mikroiğneleme mikropompa, sonoforez, iyontoforez ve elektroporasyon gibi gelişmiş tekniklerle kombine edilerek de kullanılabilmektedir.
Dermatoloji pratiğinde ise akne skarı ve cilt gençleştirmede mikroiğneleme sıklıkla topikal c vitamini ve tretinoin ile kombine edilmektedir. Androgenetik alopeside, minoksidil ve PRP penerasyonunu arttırmak amacı ile kullanılabilmektedir. Mikroiğneleme ALA’nın penetrasyonunu arttırarak fotodiamik tedavinin daha etkin olmasını sağlamaktadır. Bu nedenle aktinik keratoz ve foto yaşlanmanın tedavisinde kombine edilerek kullanılmaktadır.
Prospektif bir çalışmada, mikroiğneleme yönteminin topikal anestezik maddenin emilimine olan etkisi değerlendirilmiştir. 15 hastaya lidokain-prilokain içeren anestezik madde bir kola mikroiğneleme sonrası topikal olarak uygulanmış, diğer kola ise mikro iğneleme yapılmadan uygulanmıştır. 60 dakika sonra topikal anestezik madde uygulanan alana 27 G uçlu iğne inoküle edilmiş ve VAS ağrı skoru değerlendirilmiştir. Mikroiğneleme yapılan kolda VAS ağrı skorları anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur.
Mikroiğneleme Kontrendikasyonları
Genel olarak güvenli bir yöntem olarak kabul edilen mikroiğneleme yönteminin kontrendikasyonları az sayıdadır.
Kesin kontrendikasyonları;
■ Aktif akne
■ İşlem alanına yakın yerde aktif herpes labialis veya farklı bir enfeksiyon (verruka gibi)
■ Orta veya şiddetli kronik cilt hastalığı, psöriazis veya ekzema gibi
■ Antikoagülan tedavi alan hastalar veya kanama diatezi varlığı
■ Yüksek oranda keloid oluşumuna meyil
■ Kemoterapi/radyoterapi alan hastalar olarak sıralanabilir.
Ek olarak botulinium toksin uygulaması sonrasında, istenmeyen difüzyonları önlemek amacı ile bu alanlara mikroiğneleme yapılmasından da kaçınılmalıdır. Her cilt tipi mikroiğneleme ile tedavi edilebilir ancak, yakın zamanda güneş ışığına maruz kalmış ve bronzlaşmış ciltlerde tedavinin ertelenmesi önerilmektedir. Herpes labialis öyküsü bulunan kişilerde tedavi sonrası herpes reaktivasyon riski görülmektedir. Bu hastalarda tedavinin 1. günü başlanarak 1 hafta süre ile proflaktik antiviral tedavi, komplikasyonları önlemek amacı ile kullanılabilmektedir. Ayrıca aktif inflamatuar akne lezyonları üzerine mikroiğneleme yapılması, bakteriel mikroabse veya granülomlara neden olabilir. Bu nedenle aktif akne veya inflamatuar lezyonları bulunan hastalarda da tedaviden kaçınılması önerilmektedir.
Sonuç olarak günlük pratikte mikroiğneleme tedavisi tek başına veya diğer tedavilerle kombinasyon şeklinde, pek çok endikasyonda, farklı yöntemlerle sıkça kullanılmaktadır. En iyi sonuçların doğru endikasyon ve doğru hastanın seçimi, doğru ekipman ve hastaya özel tedavi uygulamaları ile elde edildiği akılda tutulmalıdır.
Kaynak: Pubmed