Mikroiğneleme, tüm cilt tiplerinde güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir. Mikroiğneleme, geniş kullanım alanı ve pratik kullanımı sayesinde popülarite kazanmaktadır. Mikroiğnelemenin anatomik lokasyon açısından gövdede yüze göre daha az uygulama alanı olduğu görülmektedir. Gövdede mikroiğneleme ile ilgili mevcut veriler literatürdeki az sayıda küçük, kontrolsüz çalışmaya dayanmaktadır. Mevcut bilgiler ışığında, mikroiğnelemenin çoğunlukla gövde üzerindeki atrofik skarlar, stria ve vitiligo tedavisinde kullanıldığı görülmektedir. Monoterapi olarak kullanıldığında genel olarak etkili olduğu, ancak diğer tedavilerle birlikte kullanıldığında monoterapiye göre daha etkili olduğu söylenebilir. Gövde üzerinde mikroiğneleme uygulamalarında optimal tedavi protokolleri elde etmek için çok sayıda randomize klinik çalışmaya ihtiyaç vardır.
Mikroiğneleme, belirli incelikteki iğnelerle derinin yüzeysel ve kontrollü delinmesini içeren minimal invaziv bir prosedürdür. İğneler deride belirli bir derinliğe ulaşarak kontrollü bir cilt hasarı yaratır. Düzgün aralıklarla oluşan bu cilt hasarları, yara iyileşme kaskadının başlatılmasını sağlar. Birçok büyüme faktörü salgılanır, neovaskülarizasyon, kollajen ve elastin üretimi meydana gelir. Böylelikle derinin yeniden yapılanması veya rejuvenasyonu sağlanır. Perkutan kolajen indüksiyon tedavisi olarak da bilinen mikroiğneleme bu sayede cilt dokusunda, kalitesinde ve sıkılığında iyileşmeye yardımcı olmaktadır.
Mikroiğneleme için kullanılan cihazlar; boyutları 0,5-3 mm arasında değişen iğnelere sahip manuel olarak kullanılan silindirlerden (dermaroller) pille veya elektrik kablosuyla çalıştırılan otomatize edilmiş cihazlara (dermapen) kadar çeşitlilik gösterir. Otomatik cihazlar, çalışma hızlarının ve deriye penetrasyonlarının kolaylıkla ayarlanabilmesi açısından manuel cihazlara göre avantajlı bir kullanım sunar. Bu şekilde geniş yüzeylerde değişen iğne derinlikleri ayarlanarak optimum klinik sonuçlar elde edilebilir. Bu cihazların tamamı gövdede de kullanılabilmekle birlikte cihaz seçiminde; uygulama endikasyonu, işlem alanının lokalizasyonu ve genişliği, deri kalınlığı gibi hastaya ait birtakım faktörlerle uygulayıcının yaklaşımı belirleyici olmaktadır.
Mikroiğneleme genel olarak iyi tolere edilir, tüm cilt tiplerinde güvenlidir, anestezi gerektirmez, minimum downtime süresine sahiptir, ancak istenen sonuçları elde etmek için genellikle birden fazla seans gerekir. Mikroiğneleme ucuz, güvenli ve etkili bir teknik olduğu için kısa bir süre içinde popüler olup kabul görmüştür. Geleneksel olarak skar tedavisi ve cilt gençleştirmede kullanılan bu yöntem, terapötik ilaçlar ve aşılar için bir transdermal uygulama sistemi olarak da kullanılmaktadır. Çok sayıda endikasyonla sıklıkla anatomik olarak yüzde kullanılan mikroiğnelemeyle ilgili olarak bu derlemede gövdedeki yöntemlerinden ve dermatolojideki uygulamalarından bahsedilecektir.
Gövdede Mikroiğneleme
Dermatolojide mikroiğneleme, sıklıkla cilt yenileme ve sıkılaştırma, akne ve yanık skarları, periorbital ve perioral kırışıklıklar, fasyal rejuvenasyon gibi endikasyonlarda uygulandığı için anatomik lokasyon açısından en çok yüzde kullanım alanına sahip olmuş ve olmaya devam etmektedir. Bu bakımdan gövdede mikroiğneleme uygulamaları yüze göre daha az kullanım alanına sahip görünmektedir. Gövdede mikroiğneleme uygulamaları alanındaki bilgilerin az sayıda olgu içeren, kontrollü olmayan çalışmalardan kaynaklandığını görülmektedir. Güncel bilgiler ışığında gövdedeki mikroiğneleme uygulamaları ve kullanım alanlarından bahsedilecektir.
Skar (Nedbe, Skatriks)
Skar, yara iyileşmesi sırasında normal deri dokusunun bağ doku ile yer değiştirmesi ile oluşan, doku onarımının kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan bir belirtidir. Çok sayıda tedavi yönteminin kullanılabildiği, morfolojik açıdan geniş bir spektruma sahip skarların tedavisinde mikroiğneleme sıklıkla kullanılmaktadır. Farklı tedavi protokolleri olmakla birlikte, genel olarak skar tedavisinde 2-4 hafta aralıklarla 3 ila 5 seans uygulamanın bir yanıt oluşturduğu, tekrarlayan uygulamalarla daha iyi sonuçlar alınabileceği belirtilmektedir. Özellikle akne skar tedavisinde kullanılmakta olan mikroiğneleme post-travmatik atrofik skar, yanık skarlarında da kullanılmaktadır. Akne skarlarının çoğunluğu kolajen doku kaybı ile oluşan atrofik skarlar olup hipertrofik skarlardan çok daha sık görülür. Akne skarlarında mikroiğneleme ile ilgili yapılan çalışmalarda; mikroiğnelemenin atrofik akne skarlarından boxcar (U-şekilli) ve rolling (M-şekilli) skarlarda büyük oranda iyileşme etkisi gözlenmişken, ice-pick (V-şekilli) skarların tedaviye daha dirençli olduğu belirtilmektedir.
Alster ve ark. tarafından yapılan prospektif bir çalışmada; farklı etyolojilere (akne, travma, cerrahi) bağlı oluşmuş fasyal ve non-fasyal skarlara uygulanan otomatik bir mikroiğneleme cihazı (2,5-3 mm uzunluğunda iğneler) ile 4 hafta aralıklarla 1-6 seans mikroiğneleme yapılmış, fasyal skarların bir seans sonrasında non-fasyal skarlara göre daha iyi gelişme gösterdiği ancak tekrarlayan uygulamalarla benzer klinik sonuçlar alındığı belirtilmiştir. Farklı deri fenotipleri arasında tedaviye yanıtın değişmediğinin söylendiği aynı çalışmada mikroiğnelemeyle gövde yerleşimli akne skarlarında 2 seans sonrası iyi klinik yanıt alınmışken, cerrahi sonrası fasyal ve non-fasyal skarlar için daha çok sayıda seans gerekli olduğu ifade edilmiştir.
Skar tedavisinde tek başına mikroiğneleme ile diğer yöntemlerle kombine mikroiğnelemenin etkinliklerinin karşılaştırılmalarına bakıldığında; karşımıza sıklıkla gövde dışında (özellikle yüzde) yerleşim gösteren atrofik skarlardaki etkinliğin incelendiği çalışmalar çıkmaktadır. Bu anlamda, İbrahim ve ark. tarafından yapılan bir çalışma; yüzde akne, travma ve varisellaya bağlı oluşan atrofik skarlara yapılan mikroiğneleme ile PRP kombinasyonun tek başına mikroiğnelemeye göre daha etkili olduğu gösterilmiştir. Başka bir araştırma olan Agamia ve ark. tarafından yapılan çalışmada ise post-travmatik atrofik skarlarda mikroiğneleme, mikroiğneleme ile PRP kombinasyonu ve Er:YAG lazer ile alınan tedavi yanıtları karşılaştırılmış, mikroiğneleme ile PRP kombinasyonunun Er:YAG lazer tedavisi kadar etkili olabildiği ancak daha çok sayıda seans gerektirdiği belirtilmiştir. Mikroiğneleme, yanık skarlarının tedavisinde de kullanılmaktadır. Busch ve ark.nın yanık sonrası gövde ve yüzde oluşmuş skarlarda yaptığı çalışmada; mikroiğneleme (3 mm uzunluğunda iğneler) tedavisi ile eritemin azaldığı, epidermal kalınlığın arttığı, deri bariyerinin güçlendiği ve transepidermal su kaybının azaldığı objektif ölçümlerle gösterilmiştir.
Striae Distensea
Stria distensae, deride eritemli, viyolose veya hipopigmente uzunlamasına çizgiler şeklinde görülen, dermal hasar sonucu oluşan, epidermal atrofinin eşlik ettiği asemptomatik lineer skarlardır. Stria rubra ve stria alba olmak üzere iki ana stria distensae türü vardır. Stria, daha çok kadınlarda ve adölesan erkeklerde (çoğu sporla uğraşan) görülmekte ve sıklıkla göğüs, abdomen, gluteal bölgede ve bacaklarda saptanmaktadır. Strianın tedavisinde topikal ajanlar (tretinoin, glikolik asit, askorbik asit), lazer tedavileri, radyofrekans, fototerapi, PRP (plateletten zengin plazma), kimyasal peeling gibi çok sayıda yöntem kullanılmakla birlikte ideal bir tedavisi bulunmamaktadır. Mikroiğneleme, bazen tek başına bazen de bu yöntemlerle kombine bir şekilde stria tedavisinde kullanılmaktadır.
Mikroiğnelemenin strialı dokudaki etkilerini inceleyen çalışmalara bakıldığında; Aust ve ark.nın yaptığı çalışmada 22 kadın hastanın abdomen bölgesindeki strialarına tümesan anestezi altında mikroiğneleme yapılmış ve altı ay sonra histolojik incelemesinde dermiste kollajen ve elastin mitarının arttığı saptanmıştır. Aust ve ark.’nın kırışıklık, skar ve deride sarkma sorunları olan 480 olgu ile yaptıkları başka bir çalışmasında; abdomende ve kolda deri sarkması ve striaları olan hasta grubuna mikroiğneleme yapıldıktan sonraki 6. ayda gerçekleştirilen histolojik incelemede elastin ve kollajenin arttığı ve kollajen diziliminin skar dokusunda görüldüğü gibi demetler halinde değil, normal kafes paterninde dizilim gösterdiği gözlenmiştir. İşlem sonrası 1.yılda yapılan histolojik incelemede ise epidermiste kalınlaşma ile normal rete sırtları gözlenmiştir.
Klinik çalışmalardan; Park ve ark.nın farklı bölgelerde (abdomen (n=6), glutea (n=6), uyluk (n=4)) striaları olan 16 hastaya, dermaroller (1,5 mm uzunluğunda iğneler) ile 4 hafta aralarla 3 seans uyguladığı çalışmasında; 3 ay sonra hastaların tamamında deri dokusunda, sıkılığında ve renginde iyileşme, hastaların %43,8’inde mükemmel düzeyde iyileşme, %37,5’inde yüksek düzeyde memnuniyet gözlenmiştir. Sanad ve ark.nın abdominal stria rubrası olan 30 kadın olguda yaptıkları çalışmada; 3 hafta aralıklarla abdomen sol tarafına sadece dermaroller (2 mm uzunluğunda 192 adet iğne), sağ tarafına ise dermaroller ve %15-30 triklorasetik asit (TCA) uygulanmış, 6 seans sonra her iki yöntemin de etkili olduğu ancak dermaroller ve TCA kombinasyonunun tek başına mikroiğnelemeye göre daha etkili olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte, tek başına mikroiğnelemenin kombinasyona göre yanma, rahatsızlık hissi, hiperpigmentasyon gibi yan etkilere daha az sebep olduğu belirtilmiştir. Agamia ve ark.nın abdomende striaları bulunan 20 kadın olguda dermaroller (3 mm uzunluğunda 300 adet iğne) ile yaptıkları çalışmada; abdomen sağ tarafa sadece mikroiğneleme, sol tarafa ise mikroiğneleme ve PRP 2 hafta aralıklarla 4 seans olarak yapılmış, klinik ve histolojik bulgular eşliğinde mikroiğneleme ile PRP kombinasyonun daha etkili olduğu bulunmuş ve mikroiğnelemenin stria tedavisinde güvenli ve PRP ile birlikte kullanıldığında ve daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır.
Çalışmalardan görüleceği üzere; abdomende stria tedavisinde 1,5-3 mm arasında değişen derinlikte, 2-4 hafta aralıklara yapılan mikroiğneleme tedavisinin güvenli olduğu, TCA veya PRP gibi yöntemlerle kombine edildiğinde daha etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Vitiligo
Vitiligo, beyaz renkte maküllerle kendini gösteren, ancak kozmetik bir bozukluktan öte etkilenen hastalarda ciddi düzeyde psikolojik bir yüke neden olan sosyal dışlanmışlık ve damgalanmaya yol açabilen bir hastalıktır. Çok sayıda tedavi modalitesi kullanılabilmekle birlikte vitiligoda tatmin edici bir tedavi yoktur. Vitiligoda iğnelemenin kullanıldığı yaklaşımın belli derecelerde repigmentasyon göstermesi, vitiligo tedavisinde alternatif bir tedavi olarak mikroiğnelemenin önünü açmıştır. Vitiligoda mikroiğneleme, epidermal tabakada, melanositlerin ve keratinositlerin göçünü artıran ve vitiligo alanlarının repigmentasyonunu uyaran bir mikroenflamasyona neden olmakta, pigmentli bölgelerden pigmentsiz bölgelere melanosit transferini sağlamakta ve topikal ajanların cilde penetrasyonunu arttırmaktadır.
Vitiligoda mikroiğneleme etkinliğinin karşılaştırıldığı Ebrahim ve ark.’nın bir çalışmasında; hastalar sadece mikroiğneleme, mikroiğneleme ile topikal takrolimus kombinasyonu ve sadece topikal takrolimus tedavisi verilmek üzere üç gruba ayrılmış, otomatik bir dermapen cihazı (1,5-2 mm uzunluğunda iğneler) ile 2 hafta aralıklarla 6 ay boyunca mikroiğneleme uygulanmış, kombine tedavinin daha etkili olduğu ve en iyi klinik yanıtın yüzden sonra da gövdede görüldüğü gözlenmiştir. Başka bir çalışma olan Attwa ve ark. tarafından yapılan çalışmada; monoterapi olarak mikroiğneleme ile mikroiğneleme ve 5-FU kombinasyonu ekstremite ve gövde yerleşimli vitiligo yamalar üzerinde bir dermapen cihazıyla (1-2 mm uzunluğunda iğneler) 2 hafta aralıklarla 3 ay boyunca uygulanmış, kombine tedavinin daha etkili olduğu saptanmıştır. Salloumn ve ark.’nın sistematik derlemesinde; mikroiğnelemenin etkili olduğu, ancak topikal takrolimus, 5-FU, kalsipotriol, betametazon, dbUVB, tiramsinolon asetenid ile kombinasyonu ile elde edilen etkinliğin monoterapiye göre daha yüksek olduğu vurgulanmıştır.
Güncel bilgiler ışığında, mikroiğneleme, monoterapi olarak veya kombine tedavide gövdede vitiligo lezyonları olanlar için potansiyel bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir ve tedavi protokolü olarak 2 hafta aralıklarla 6 ay süreyle uygulama yapılabilir.
Diğer Hastalıklar ve Endikasyonlar
Mikroiğneleme, en çok kullanıldığı endikasyonların dışında birçok durum veya hastalıkta denenmiştir. Her ne kadar bu örneklerde gövde yerleşimli lezyonlar olmasa da alternatif kullanım alanlarına örnek olması açısından; yaşlanan boyunda rejuvenasyon amaçlı, siğillerde bleomisin gibi topikal ajanlarla birlikte mikroiğneleme kullanılabilmektedir. Tedavi alternatifleri açısından ortaya konulan çalışmalarda tek başına mikroiğnelemeden çok mikroiğneli problara sahip radyofrenkans cihazları ile yapılan çalışmalar dikkat çekmektedir. Örneğin, fraksiyonelmikroiğneli radyofrekansın inflamatuar akne ve buna bağlı skarlarda pozitif terapotik etkiye sahip olduğu, aktif akneyi kötüleştirmediği, sebosupresif etkileri olduğunu söyleyen çalışmalar mevcuttur. Başka bir örnek, Kim ve ark.nın 20 hastayı içeren çalışmasında; primer aksiller hiperhidroziste radyofrekans ile mikroiğneleme tedavisinin etkili olarak saptanmış olması verilebilir.
Çoğu hayvan deneyleri ile geliştirme aşamasında olup mikroiğneleme ile transdermal ilaç iletimi gelişmekte olan konulardan biri olup popülerliği giderek artmaktadır. Yüzeysel deri kanserlerinde, kemoterapi amaçlı, fotodinamik tedavide, immunoterapi ve aşılama ile tümör antijenlerinin vücuda tanıtılmasında, herpeste, Botulinum toksin kaplı çözünebilir iğneli yamalarla hiperhidrozis tedavisinde, metotreksat yüklü iğneli yamalarla psoriazis tedavisinde mikroiğnelemenin kullanılabileceğinden bahsedilmektedir. Sistemik tedaviye göre yan etki profilinin düşük olması, oral alıma göre daha düşük dozlar ile etkili tedavinin uygulanabilmesi sebebiyle oldukça etkili bir yöntem olabileceği düşünülmektedir.
Sonuç
Mikroiğneleme, tüm cilt tiplerinde güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir. Gövdede mikroiğneleme ile kanıta dayalı güncel bilgiler az sayıda olgu içeren, kontrollü olmayan çalışmalardan kaynaklanmaktadır. Mevcut bilgiler ışığında; mikroiğnelemenin gövdede en çok atrofik skar, stria ve vitiligo tedavisinde kullanıldığı, genel anlamda monoterapi olarak etkili olduğu, ancak kombine tedavinin monoterapiye göre daha etkili olduğu görülmektedir. Gövdede mikroiğneleme uygulamaları açısından endikasyon özelinde optimum tedavi protokolleri ile konsensüs oluşturmak için çok sayıda randomize klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Kaynak: Pubmed