Mikroiğneleme, Kimyasal Peeling ve Lazerler
Deri yaşlanması, endojen (genetik, hücresel metabolizma, hormonal ve metabolik süreçler) ve eksojen (kronik ışığa maruz kalma, hava kirliliği, iyonlaştırıcı radyasyon, kimyasallar, toksinler) faktörlerin kombinasyonundan etkilenen karmaşık bir biyolojik olaydır. Endojen yaşlanma esas olarak genetik ile ilişkili olup kaçınılmaz iken, başlıca ultraviyole ışınlarına bağlı gelişen eksojen yaşlanma geciktirebilir bir süreçtir. Cilt sağlığı ve güzelliği, insanlarda genel “iyilik hali” ve “sağlık” algısını temsil eden ana faktörlerden biri olarak kabul edildiğinden, son yıllarda çok sayıda yaşlanma karşıtı stratejiler geliştirilmiştir. Non-invaziv prosedürlere olan talep, daha hızlı iyileşme süresi, daha az yan etki ve daha doğal görünüm nedeniyle son on yılda önemli ölçüde artmıştır. Bu yazıda, noninvaziv yüz gençleştirme için kullanılan lazerler, kimyasal peeling ve mikroiğneleme gibi noninvaziv modaliteleri gözden geçireceğiz.
Cilt yaşlanması, endojen/intrinsik (genetik, hücresel metabolizma, hormonal ve metabolik süreçler) ve eksojen/ekstrinsik (kronik ışığa maruz kalma, çevre kirliliği, iyonize edici radyasyon, kimyasallar, toksinler) faktörlerin kombinasyonundan etkilenen karmaşık bir biyolojik süreçtir. Bu faktörler bir araya gelerek deride yapısal ve fizyolojik değişikliklere neden olurlar. Özellikle güneş ışınlarına yoğun maruz kalan ciltte derinin her katmanında ve hatta dış görünümünde bu değişimleri tespit etmek mümkündür. Bağ dokunun yıllar içerisinde yaş alma sürecinde devam eden dejenerasyonu, sürece eklenen diğer moleküler mekanizmalarla birlikte normalden hızlı seyredebilir. Fotohasarlı ve yaşlı ciltte, kolajen ve elastin liflerinin parçalanması nedeniyle belirgin elastikiyet kaybı, atrofi, kseroz ve kırışıklıklar gözlenir. Histolojik olarak bu değişiklikler, dermal kalınlık, papilla sayısı, kollajen konsantrasyonu ve vaskülaritede azalma ile kendini gösterilir. Bu değişiklikler, büyüme faktörlerinin sayılarındaki azalma ve fibroblastların aktivitelerinde düşüş ile ilişkilendirilmektedir.
Gençleştirme ve onarım amaçlı cilt yenileme, noninvaziv veya minimal invaziv yöntemler ve destekleyici tedavilerin ilerlemesi ile gelişmeye devam etmektedir. Çevresel ve genetik yaşlanmanın etkilerinin cerrahi olmayan yöntemler aracılığıyla tersine çevrilmesi, tedavi sonrası iyileşme süresinin kısa oluşu , düşük komplikasyon riski ve tatmin edici sonuçları nedeniyle son yıllarda büyük ilgi çekmektedir. Biz de bu derlemede antiaging amaçlı kullanılan noninvaziv tedavi yöntemlerinden olan mikroiğneleme(Mİ) kimyasal peeling ve lazerlerden bahsedeceğiz.
Mikro İğneleme
Mikroiğneleme, minyatür ince iğneler (çapları mikron boyutunda olan ve uzunlukları 250 μm ila 2.000 μm arasında değişen) kullanılarak ciltte yüzeysel ve kontrollü bir şekilde mikrokanallar açılmasını içeren bir uygulamadır. Pratik, ekonomik, güvenli ve etkili bir teknik olduğu için hızlı bir şekilde kitlesel popülarite ve kabul görmüştür. Geleneksel olarak yüzde bulunan skarlar için ve cilt gençleştirmede kollajen indüksiyon tedavisi olarak kullanılan mikroiğneleme, günümüzde terapötik ilaç ve aşılar için bir transdermal uygulama sistemi olarak da kullanılmaktadır.
Mikroiğneleme kavramının ortaya çıkışı, Orentreich ve Orentreich’in yara tedavisi için bir subsizyon çeşidi olarak dermal iğnelemeyi tanımladığı 1995 yılına kadar uzanmaktadır. Daha sonra 1997’de bağımsız olarak, Camirand isimli bir plastik cerrrah tarafından ameliyat sonrası yara izlerinde gerginliği azaltmak için dövme tabancaları mürekkepsiz olarak kullanılmıştır. Mikroiğneleme tekniği, 2000 yılında Alman mucit Liebl ve 2006 yılında plastik cerrah Fernandes tarafından daha da geliştirilerek çok sayıda ince çıkıntılı iğneye sahip tambur şeklinde bir cihaz tasarlanmış ve bu perkütan kollajen indüksiyonu için kullanılmıştır. Sonuç olarak Mİ’nin temeli fiziksel travmaya dayanır. Cilde iğne girişinin neden olduğu travmanın dermisin yenilenmesine neden olduğu öne sürülmüştür. İğneler, stratum corneuma nüfuz eder ve epidermise minimum zarar vererek mikro kanallar olarak bilinen küçük delikler oluşturur. Bu durum, sırayla büyüme faktörlerinin oluşumuna ve bu da, dermisin papiller tabakasında kollajen ve elastin üretimine yol açar. Trombositler ve nötrofiller TGF-alfa, TGF-beta ve trombosit kaynaklı büyüme faktörü (PDGF) gibi büyüme faktörlerinin salınımı için görevlendirildikçe doğal yara iyileşme kaskadı indüklenir. Bu da sonuç olarak fibroblastlar tarafından kollajenin depolanmasına neden olur.
Şu anda, ABD Gıda ve İlaç Dairesi’ne (FDA) kayıtlı birçok mekanik Mİ cihazı bulunmaktadır ve çoğunluğu Dermaroller veya Dermapen® (Dermapen, Salt Lake City, UT, ABD)’in varyasyonudur. Dermaroller, 24 dairesel dizili silindirik bir rollera sahip bir el aletidir. Bir Dermaroller’daki her dizi, toplam 192 iğneye ulaşan sekiz tıbbi kullanıma uygun katı çelik mikroiğneyle donatılmıştır. Alet, doğrudan cilt üzerinde çok yönlü bir şekilde (dikey, yatay ve çapraz olarak) kullanılır. Daha geniş cilt yüzeylerinde kullanılmak üzere, 480 iğneden oluşan Beauty Mouse® (Dermaroller Deutschland GmbH) da dahil olmak üzere evde kullanım için çeşitli modeller geliştirilmiştir. Dermapen ise elektrikle çalışan, bir kalem görevi gören ve cilde damga benzeri hareketler uygulayan yaylı bir Mİ cihazıdır. Bu cihazın çeşitli ticari varyasyonu aynı ilkelere dayalı olarak mevcuttur.
Radyofrekans (RF) mikroiğneleme (RFMN) ise, cilt gençleştirme için umut verici sonuçlar veren daha yeni bir teknolojidir. Radyofrekans mikroiğneleme, çok iğneli bir prob dizisi aracılığıyla seçilen doku derinliğinde RF enerjisi ileterek işlev görür. Genel olarak RF cihazları, yüklü parçacıkların hızlı hareketi yoluyla dokularda ısı üretmek için elektromanyetik enerji kullanır. Bu ısı da kollajen denatürasyonuna ve kritik sıcaklığa ulaşıldığında dokunun büzülmesine veya kasılmasına yol açar.4 Klinik ve histolojik çalışmalar, doku remodelasyonunda transepidermal non-ablatif RF’nin etkinliğini göstermektedir. Periorbital bölgede (periorbital kırışıklarda azalma, kaş pozisyonunda iyileşme), orta yüz/alt yüzde (nazolabial kıvrımlar, marionette çizgileri, gıdılar, çene altında sarkma) ve boyun bölgesinde izlenen sarkmada; kollajen fibrillerin kasılması yoluyla neokollagenez ve klinik iyileşme kaydedilmiştir.
Mikroiğnelemenin yüz kırışıklıklarının tedavisinde etkili olduğu birçok yayında kanıtlanmıştır. Fabbrocini ve ark. mikroiğneleme tedavisinden sonra perioral kırışıklık şiddetinde iyileşme göstermiştir. El-Domyati ve ark. Tarafından yapılan çalışmada 6 seans mikroiğneleme tedavisi sonrası tip I, III ve VII kollajende önemli artışların yanı sıra yüksek tropoelastin seviyeleri bildirilmiştir. Kümülatif tedavi ile dermal kollajen miktarının arttığı gösterilmiştir. Mikroiğneleme sonrası mevcut kollajen liflerin reorganizasyonu ve yeni yapısal dermal bileşenlerin eşzamanlı artan üretiminin, gözlenen cilt sıkılaşmasından sorumlu olduğuna inanılmaktadır. Hem dermal kollajen, hem de elastik liflerde ortaya çıkan artış, bir dizi mikroiğneleme seansı uygulandıktan sonra kırışıklıkların azalma mekanizmasını daha da destekler. Tedavinin başlangıcından, klinik olarak belirgin sonuç elde edilmesi için gerekli kollajen üretimi gerçekleşene kadar ortalama 6-8 hafta süre gerekmektedir. Bu nedenle, kırışıklık ve cilt gençleştirmede optimal iyileşmenin sağlanması için hastalara iki haftalık veya aylık 3-6 seanslık bir dizi mikroiğneleme tedavisi uygulanmaktadır. 480 hastanın retrospektif analizinde, peruktan kollajen indüksiyon tedavisinin cilt gençleştirmesi için güvenli ve başarılı bir yöntem olduğu ve hastaların hiçbirinde postoperatif pigmentasyon bozukluğu gelişmediği gösterilmiştir. Histolojik inceleme, H&E ve Van Gieson boyama metodları kullanılarak postoperatif altıncı ayda kollajen ve elastik lif birikiminde önemli artış gösterilmiştir. Ayrıca, mikroiğnenin cilt gençleştirme üzerindeki etkisini değerlendirmek için H&E boyama kullanan Fernandes ve Signorini, postoperatif birinci ayda epidermal kalınlaşma ve retelerde belirgin bir artış; bunların yanı sıra tedaviye yanıt olarak kollajen birikiminde subjektif bir artış bildirmiştir. Dermaroller kullanarak 6 seans Mİ tedavisi uygulanan 10 hastada klinik ve histolojik değerlendirmeler yapılmış ve sonuç olarak kırışıklıklarda azalma, cilt dokusunda düzelme ve genel memnuniyette önemli iyileşme ile birlikte biyopsi örneklerinde artmış kollajen ve tropoelastin gösterilmiştir. Motorlu bir Mİ cihazı kullanılan başka bir çalışmada ise fotoyaşlanma belirtilerinde (kırışıklıklar, gevşeklik ve yüzey özellikleri) istatistiksel olarak anlamlı iyileşme görülmüştür.
Çok merkezli yapılan bir çalışmada, kırk dokuz hastanın (deri tipi II-IV) yanak submandibular bölge ve boyun bölgesine, 3 aylık arayla RFMN tedavisi yapılmış, uygulanan tedavinin alt yüz germe ve cilt sıkılaştırma etkinliğini saptamak amacıyla son tedaviden 3 ay sonra hasta değerlendirmesi yapılmıştır. Global Estetik İyileşme Ölçeği (GAIS) kullanılmış ve sonuçlar hastaların %100’ünde iyileşme olduğunu ve %65’inde anlamlı derecede iyileşme olduğunu göstermiştir. Başka bir çalışmada Lyons ve ark. RFMN’nin kırışıklıklar ve dekolte bölgesindeki cilt sarkmasının iyileştirilmesindeki etkinliğini araştırmışlar, sonuçlar hastaların %67’sinde en az 1 puanlık GAIS iyileşmesi olduğunu ve hastaların %80’inin en azından kısmen memnun olduğunu göstermiştir.
Kontraendikasyonları arasında aktif akne, herpes labialis veya verrü gibi lokal bir enfeksiyon, egzema veya psoriasis gibi orta veya şiddetli kronik cilt hastalığı, kan hastalıkları, antikoagülan tedavi alan hastalar, keloide yatkınlık, kemo veya radyoterapi alan hastalar yer alır.
Sonuç olarak Mİ yaşlanmış cildi sıkılaştırmak ve gençleştirmek için kullanılabilecek etkili ve önemli bir non invaziv prosedürdür. Pahalı olmaması ve nispeten risksiz olma avantajına sahip bu yaklaşım ile, yaşlanmanın klinik ve histopatolojik belirtileri tersine çevrilir. Tedavinin en yaygın yan etkileri arasında hafif eritem, lokalize ödem ve tipik olarak 48-72 saat içinde düzelen ciltte pullanma izlenir. Noktasal kanama kendi kendini sınırlar ve işlemden sonra hafif manuel basınç ve buzlu suya batırılmış gazlı bez uygulamasıyla dakikalar içinde düzelir. Dispigmentasyon, koyu cilt fototiplerinde (Fitzpatrick IV, V, VI) korkulan bir komplikasyon olmasına rağmen uygulanan alanlar ultraviyole ışığa maruz kalmadığında nadiren izlendiği gösterilmiştir.
Kimyasal Peeling
Kimyasal peeling deri gençleştirme ve estetik amaçla uygulanan derinin yenilenmesi işlemidir. Uygulanan kimyasal ajan deride epidermisin yüzeysel tabakası, epidermisin tamamı veya dermisi de içine alacak şekilde kontrollü doku hasarlanmasına neden olarak etki gösterir. Uygulama sonrası deride soyulma, sonrasında yeni epidermal ve dermal doku gelişir. Kimyasal soyma deride etkilediği derinliğe göre çok yüzeysel, yüzeysel, orta ve derin peeling şeklinde sınıflandırılır. Çok yüzeysel soyma, tüm stratum korneumun hasarlanması şeklindedir. Yüzeysel kimyasal soyma ise stratum korneumun soyulması ve daha kalın bir epidermal tabaka oluşumunun uyarılması ile deri yapısının düzelmesini sağlar. Yüzeysel deri lezyonlarının tedavisinde etkilidir. Orta derinlikteki kimyasal soymada papiller ve üst retiküler dermiste hasara yol açar. Pigment değişikliklerini ve hafif-orta derecedeki kırışıklıkların tedavisini de içeren foto yaşlanma etkilerini geriye çevirir. Ayrıca aktinik keratozların tedavisi için de kullanılabilir. Derin kimyasal soymada epidermis, papiller ve retiküler dermisde nekroz ve enflamasyon oluşturularak derinin katları tahrip edilir. Derin peeling foto yaşlanması belirgin olan hastalarda endikedir.
- Yüzeysel Soyucu Ajanlar
Yüzeysel soyma endikasyonları arasında fotoyaşlanma (sarı lekeler, ince çizgiler, keratozlar ve solar lentijinler), pigment bozuklukları (melazma, postinflamatuar) ve akne bulunur. Yüzeysel soymanın amacı, epidermis ile sınırlı durumları tedavi ederken, iyileşme süresini kısaltmak ve bazal tabakayı tahrip etmeden epidermisin eksfoliasyonu için yan etki riskini en aza indirmektir. Klinik olarak anlamlı değişiklikler elde edebilmek için sıklıkla birden fazla uygulama gereklidir. Yüzeysel soyma sınıfları arasında α-hidroksi asitler (AHA’lar), β-hidroksi asitler (BHA’lar), β-lipohidroksi asitler (LHA’lar) ve tretinoinler bulunur. Bir α-hidroksi asit olan glikolik asit, en yaygın kullanılan yüzeysel soyma maddesidir. Diğer yüzeysel soyucu ajanlar arasında Jessner çözeltisi (etanol içinde resorsinol, laktik asit ve salisilik asit), %10 ila %15’lik trikloroasetik asit (TCA) ve tretinoin bulunur.
Glikolik asit; şeker kamışından elde edilen bir AHA olan glikolik asit, en popüler ve zaman içinde kendini kanıtlamış yüzeysel bir soyma ajanıdır. %30 ila %50’lik konsantrasyonlarda glikolik asit ile yüzeysel eksfoliasyon, uygun şekilde kullanıldığında yüzeysel hiperpigmentasyon, hafif-orta derece krono- ve fotoyaşlanma ve ince kırışıklıkların tedavisinde mükemmel klinik etkinlik göstermiştir.
Laktik ve mandelik asitler; Yakın geçmişte, laktik ve mandelik asitler büyük ölçüde, minimum iyileşme süresi, minimum risk ve nispeten hafif bir rahatsızlık profiline sahip altın standart glikolik aside eşdeğer etkinlikleri nedeniyle yüzeysel soyma için tek başlarına kullanılan ajanlar olarak ortaya çıkmıştır. Klinik olarak laktik asit, standart glikolik asit ile soymalarla karşılaştırıldığında ışık hasarı, yüzeysel hiperpigmentasyon ve ince kırışıklıkların tedavisinde kıyaslanabilir etkinlik göstermiştir.
Mandelik asitin glikolik asit kadar güçlü antiaging etkisi olup kızarıklık, soyulma, kabuklanma gibi yan etkilieri glikolik asitten daha azdır. %30-50 lik konsantrasyonlarda, tüm cilt tiplerinde, 2-4 hafta aralıklarla tekrarlayan seanslarda tip 1-2 fotoyaşlanma üzerine etkili olduğu gösterilmiştir. Orta ve ileri düzey foto yaşlanması olan 28 kadın hastada %40’lık mandelik asitin yaşlanma belirtilerini azalttığı bulunmuştur.
Salisilik asitler: Yukarıda bahsedilen AHA’lara ek olarak, bir beta-hidroksi asit olan salisilik asit ve bir alfaketo asit olan pirüvik asit, daha düşük konsantrasyonlarda veya tek katman olarak uygulandıklarında, klinik etkinlik göstermiştir. %30’luk salisilik asit, akne tedavisi için genellikle “altın standart” yüzeysel soyma olarak kabul edilir. Daha önce bahsedilen diğer soyucu ajanlarla karşılaştırıldığında, gençleştirme ve hiperpigmentasyon tedavilerinde daha az yaygın olarak kullanılır; ancak bu endikasyonlar için de klinik etkinlik gösterilmiştir.
Pirüvik asit; Bir alfa-keto asit türevi olan pirüvik asit, küçük bir molekül olması nedeni ile deride daha derinlere kolayca penetre olabilir. %50-70 konsantrasyonlarda dermal glikoprotein , kollajen ve elastin liflerin yapımını uyarır, cilt tonusunun düzenlenmesine yardımcı olur.
Orta Düzey Soyucu Ajanlar
Orta-derinlikte soyma, ince çizgiler ve kırışıklıklar, pigment bozuklukları (melazma için kontrendikedir) ve yüzeysel atrofik yara izlerinin tedavisinde endikedir; epidermisten papiller dermise nüfuz ederler. Orta-derinlikte soyma için hali hazırda kullanılan en yaygın kimyasal ajanlar, adjuvan kombinasyon ürünlerini içeren veya içermeyen %70’lik glikolik asit ve %35 ila %50’lik TCA’dır (örn. Jessner solüsyonu [toplamda 100 mL olacak şekilde etanol içerisinde 14g resorsinol, 14g salisilik asit, 14mL laktik asit] veya katı karbon dioksit [CO2]). Orta derinlikte soyma için orijinal olarak %50’lik TCA solüsyonu kullanılır. İnce kırışıklıkların, UV ışık hasarının, hiperpigmentasyonun ve hatta aktinik keratozlar gibi UV ilişkili premalignant değişikliklerin tedavisinde bir zamanlar popüler ve sık olarak kullanılan bir soyucu olan bu solüsyon, hala bir dereceye kadar popülerliğini korumaktadır. TCA moleküler olarak glikolik asite benzer ancak daha güçlü bir soyucudur. Deriye uygulandığında hızla epidermal protein koagülayonu, nekroz ve soyulma yapar. Yapılan histolojik çalışmalarda TCA uygulaması yapılan fotohasarlı deride epidermal polaritenin düzeldiği, dermal fibroblast sayısının ve tip 1 kollajenin arttığı gösterilmiştir. Jessner solüsyonu ve %35 TCA kombinasyonu ile işlemi takip eden aylarda kollajen yapımında belirgin artış, ince kırışılıklarda düzelme, diskromide azalma görülmüştür.
Derin Soyucu Ajanlar
Derin soyucu ajanlar midretiküler dermise ulaşır ve şiddetli fotoyaşlanma, pigment bozuklukları ve yara izlerinin tedavisinde endikedir. Lazerlerde elde edilen hızlı gelişmelerle birlikte son yıllarda derin soyucu ajanların popülerliği azalmıştır. Ancak derin soymalar yaklaşık yarım yüzyıldır başarıyla kullanılmakta ve uygun ortamda uygun teknikle kullanıldığında güvenilir ve kalıcı yüksek kaliteli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Lazerler, daha düşük skar ve postoperatif komplikasyon oranları ile uyumlu olarak tekrarlanabilir ve uniform kalınlıkta doku vaporizasyonu ile sonuçlanan hassas ve öngörülebilir ablasyona izin verdiğinden son zamanlarda derin kimyasal soymanın yerini almıştır. Orta ila şiddetli krono- ve fotoyaşlanma izlenen bir hasta, derin soyma prosedürleri için ideal adaydır. En yaygın kullanılan iki derin soyma metodu, yüksek konsantrasyon TCA (≥%50) ve fenol soymadır. Saf fenol soyma solüsyonu kullanıldığında seyreltilmemiş yüksek fenol konsantrasyonu hızlı keratokoagülasyona neden olur ve daha fazla kimyasal soyulmayı engelleyen denatüre protein sıvılaştırıcı bir “tıkaç” oluşturur. Sonuç olarak, saf fenol yalnızca orta derinlikte ablasyon sağlar ve kimyasal soymada nadiren kullanılır. Orijinal derin kimyasal soyma solusyonu olarak kabul edilen %88’lik 3 mL fenol, üç damla croton yağı, 8 damla septisol sabun ve 2 mL distile su içeren Baker- Gordon fenol solüsyonu orta seviyeye kadar güvenilir ve istikrarlı derin kemoeksfoliasyon sağlar; retiküler dermis ve derin soyma için tercih edilen bir ajandır.
Tedavi; hazırlık ve ardından ön işlem, soyma ve soyma sonrası aşamaları içerir. Hazırlama, soyma ajanının homojen penetrasyonunu kolaylaştırmak için 1 ay boyunca günlük tretinoin tedavisini ve postinflamatuar hiperpigmentasyonu engellemek için günlük güneş kremi kullanımını gerektirir. İşlemden önce soyma ajanının emilimini daha da kolaylaştırmak için cildin katı yağlar, sıvı yağlar ve diğer kalıntılardan iyice arındırılması zorunludur. Tedaviden sonra nemlendiricilerle cildin hidrasyonu ve güneş koruyucu ile ışıktan korunmanın sağlanması önemlidir.
Kimyasal cilt soyma ile yüzey yenileme, spesifik kutanöz anomalilerin tedavisi için nispeten güvenli bir yöntemdir, ancak postoperatif ödem, eritem ve deskuamasyon tüm derinliklerdeki soymalarda beklenmelidir. Daha önce bahsedildiği gibi, soymanın derinliği tipik olarak pigment değişiklikleri, enfeksiyonlar, milia, akneiform döküntü, yara izi ve gecikmiş iyileşmeyi içerebilen yan etkilerin şiddeti ile koreledir. Pigmentasyon bozuklukları, hiperpigmentasyondan hipopigmentasyona ve akromiye kadar geniş bir spektrumda yer alır. Daha derin soyucu ajanların kullanımı artmış herpes enfeksiyonu riski ile ilişkilidir ve uygun profilaksi yapılmalıdır.
Lazer
Lazerler, selektif fototermolizin açıklanmasını takiben 1980’lerde cilt gençleştirme için popüler hale gelmiştir. Cilt gençleştirme için lazer ve ışık kaynakları kullanma stratejisi, yaşlanmış cilt dokusunun ortadan kaldırılmasını ve böylece yüksek güçlü lazerlerden termal ısı yoluyla doku hasarının indüklenmesini içerir. Bu, daha sonra çevre dokuları doğal yara iyileşme süreciyle iyileş meye teşvik eder. İlgili lazer türleri arasında ablatif lazerler, non-ablatif lazerler ve fraksiyonel lazerler bulunur. Düşük enerjili lazerleri veya ışık yayan diyotları (LED’ler) kullanan fotobiyomodülasyonun (PBM) kullanımı, kırışıklıkların azaltılmasında ve cilt sarkmasının düzeltilmesinde de olumlu etkiler göstermiştir. Ablatif lazerler epidermisi tahrip eder ve dermisi ısıtır, tipik olarak cilt yüzeyini yenilemek ve gençleştirmek için uygulanır. Kırışıklıklar, dispigmentasyon ve yara izlerinin tedavisinde kullanılır. Bununla birlikte tüm epidermisin ablasyonu ve vaporizasyonu dermisin yüzeysel kısmında termal hasara yol açar, böylece kollajen remodelasyonu ve hücre dışı matriksin yeniden yapılandırıldığı yara iyileşme yanıtı uyarılarak yeni, daha pürüzsüz ve sıkı bir cilt ortaya çıkar. En yaygın kullanılan ablatif lazerler arasında karbondioksit (CO2) lazer (10.600 nm), erbiyum:itriyum-alüminyum-garnet (Er: YAG) lazer (2.940 nm) ve erbiyum katkılı itriyum skandiyum galyum garnet lazer (2.790 nm) bulunmaktadır. Non-ablatif lazer sistemleri, birincil kromofor olarak su üzerine etki ederek dermal kollajenin remodelasyonunu indükler. Bununla birlikte, ablatif sistemlere nazaran daha az spesifik olarak suyu hedeflerler ve hemoglobin ve diğer pigmente moleküller tarafından değişken absorpsiyon sergilerler. Sonuç olarak, non-ablatif lazerler, üstteki epidermisi bozmadan dermise selektif olarak etki ederler. Daha orta dereceli kusurlarda non-ablatif lazer platformlar tercih edilir. Tipik olarak orta kızılötesi spektrumda değişen dalga boylarına sahip lazerler akne ve ilgili yara izlerini, cilt yüzeyini, kırışıklıkları ve dispigmentasyonu iyileştirmek için kullanılır. Non-ablatif lazerler, genellikle ablatif lazer kullanımında ortaya çıkan pigmentasyon değişikliklerine neden olmaz; bu nedenle daha koyu tenli hastalarda kullanılabilmektedir. Non-ablatif yaklaşımlar daha az yan etkiye ve daha kısa iyileşme sürelerine sahiptir, ancak hemen göze çarpmayan değişiklikler ortaya çıkarır ve istenen sonuçları elde etmek için genellikle birden fazla tedavi seansı gerektirir. Tipik non-ablatif lazerler arasında IPL kaynakları (550-1.200 nm), yüksek dozlu pulse dye lazerler
(PDL) (585/595 nm), düşük dozlu PDL’ler (589/595nm), atımlı potasyum titanil fosfat lazerler (532 nm), neodimyum itriyum-aluminyum-garnet (Nd: YAG) lazerler (1.064 nm ve 1.320 nm), diyot lazerler (1.450 nm), erbiyum glasslazerleri (1.540 nm), Alexandrite lazerler ve Er:
YAG lazerler bulunmaktadır. Fraksiyonel lazerler, ablatif ve non-ablatif teknolojiler arasında bir bağlantı sağlar ve daha düşük yan etki profiline sahiptir. Etki mekanizması, hasarsız alanlar veya adalar arasında iyileşmeyi hızlandıran, mikrotermal bölgeler olarak bilinen çoklu dikey termal hasar silindirleri oluşturmak için yüksek akıcılıkta ışınlamaya dayanır. Mikrotermal bölgeler, 1.5 mm derinliğinde ve 100 ila 400mm genişliğinde olabilir ve santimetrekare başına 6.400’e kadar tedavi bölgesi olabilir. Fraksiyonel lazerlerin kullanımı ile iyileşme süresinin kısalmasının yanı sıra diskolorasyon, yara izi, depigmentasyon ve enfeksiyonlar gibi riskler önemli ölçüde azaltılmış ve bu da, onları daha popüler bir seçim haline getirmiştir. 2007’de tanımlanan ilk fraksiyonel lazerler epidermisi etkilemeden dermise etki gösteren non ablatif karakterdeydi. Fraksiyonel lazer tedavisi sonrası kısa bir süre izlenen doku eritemi ve ödeminden sonra epidermis yüzeyel olarak soyulmaya başlar. Cilt gerginliğinde iyileşme olur, cilt daha pürüzsüz görünür ve renk daha homojen hale gelir. Kollajenin yeniden şekillenme süreci işlemden sonraki birkaç ay boyunca gerçekleştiği için cilt pürüzsüzlüğündeki iyileşmeler tipik olarak tedaviden birkaç ay sonra görülür. Non-ablatif fraksiyonel lazerler 1.440, 1.540, 1.550 ve 1.565 nm dalga boylarını içerirken, ablatif fraksiyonel tedavilerde kullanılan lazerler 2.940 nm dalga boylu Er:YAG ve 10.600 nm dalga boylu CO2‘tir.Erbiyum glass lazerler (1.540-1.550 nm) yaklaşık 1 mm derinlikte sütunlar oluştururken, Er:YAG lazerler (2.940 nm) ve CO2 lazerler (10.600 nm) sırasıyla yaklaşık 90 μm ve 2.5 mm derinlikte sütunlar oluşturur. Ablatif bir lazerle tek bir seansta elde edilene benzer sonuçlara ulaşılabilmesi için non-ablatif lazerlerin birkaç seans uygulanması gerekir. 2014 yılında yapılan bir çalışmada, çoklu fraksiyonel non-ablatif lazer seansları (1.540nm erbiyum) ile tek fraksiyonel ablatif lazer seansının (2.940 nm erbiyum) fotoyaşlanma üzerindeki etkilerini karşılaştırılmıştır. Tüm hastalarda yüzün her iki tarafında anlamlı bir fark olmaksızın klinik iyileşme saptanmıştır. Fraksiyonel non-ablatif lazerin çoklu (üç) seans ile uygulanmasının, klinik olarak fraksiyonel ablatif erbiyum lazerle tek seans tedaviye eşdeğer olduğu bulunmuştur. Non-ablatif fraksiyonel erbiyum lazerin (1.540 nm) iyileşme süreci, ablatif fraksiyonel erbiyum lazerden (2.940 nm) daha hızlı olduğu ve daha az yoğunlukta eritem, ödem ve deskuamasyona yol açtığı gözlenmiştir. Sonuç olarak non-ablatif fraksiyonel lazerlerde istenmeyen etkilerin daha az yoğun olduğu görülmüş ancak aynı sonuçları elde etmek için daha fazla tedavi seansı gerekli olduğu saptanmıştır. Cohen ve ark., yüz gençleştirme tedavisinde fraksiyonel ablatif 2.940 ve non-ablatif 1.440 lazerlerin kombinasyonunun, geleneksel ablatif yaklaşımların tek başına kullanılmalarına benzer şekilde kırışıklıklarda ve pigmentasyonda iyileşme sağladığını bulmuş. Azalmış yan etkiler, kombine prosedürü yüz gençleştirmede ilgi çekici bir seçenek haline getirmektedir. Halbina ve ark. 47 yaşındaki bir hastaya, fraksiyonel CO2 lazer ile 4 ila 6 haftalık aralıklarla üç seans tedavi uyguladıktan sonra iyileşme komplikasyonsuz gerçekleşmiştir. Tedavi sonrasında cilt tonu eşitlenmiş, cilt elastisitesi artmış ve kırışıklıklar önemli ölçüde azalmıştır. Güncel olarak uygulanan yeni bir yaklaşım da, bir seansta iki farklı lazer kullanmaktır. Bununla, mümkün olan en kısa sürede terapötik etkilerin yoğunlaştırılması amaçlanmaktadır. Buna örnek olarak derine nüfuz eden bir CO2 lazer (10.600nm) ile daha yüzeyel etkili Er: YAG lazerin (2.940 nm) kombinasyonu veya non-ablatif (1.550 nm) bir lazer ile bir Er: YAG ablatif lazerin (2.940 nm) kombinasyonu verilebilir. IPL ile kombine edilen ablatif fraksiyonel lazerler, fotoyaşlanma gözlenen cilt için güvenli ve etkilidir. IPL ve ablatif fraksiyonel lazer kombinasyon tedavisi, kırışıklıkların görünümünü önemli ölçüde azaltmış ve cilt dokusunu iyileştirmiştir. Fitzpatrick cilt tipleri IV-VI’da non-ablatif fraksiyonel lazerlerin kullanımına ilişkin kanıta dayalı bir derlemede, non-ablatif fraksiyonel lazerlerin koyu renkli ciltlerin gençleşmesinde etkili olduğuna dair güçlü kanıtlar elde edilmiştir.
Sonuç olarak; Mİ, kimyasal peeling ve lazer tedavileri cerrahiye uygun olmayan veya daha az invaziv tedavi yöntemleri tercih eden hastalar için kullanılabilecek yan etkisi az, iyileşme süresi kısa olan anti-aging amaçlı yöntemlerdir.
Kaynak: Pubmed